Osmanlı Sarayı, devletin en yüksek idare organı olduğu için Sadrazamlarla, vezirlerin, devletle ilgili padişahlarla görüştükleri konuların gizli kalmasını sağlamak amacıyla burada sağır ve dilsizler istihdam edilmişti. Fatih Sultan Mehmed devrinde başlayan bu uygulama ile birlikte devlet sırlarının işitilmesi ve yayılmasının önüne geçmek amaçlanmıştı. Bi-zeban denilen bu görevliler, sarayda ve sefer zamanlarında önemli tebliğlerde hizmet görürlerdi. Saraydaki koğuşların her birinde üçer beşer bi-zeban bulunurdu. Örneğin XVII. asır sonlarında Enderûn koğuşlarında dilsizlerden on tane bulunmaktaydı. Devlet için önemli olan sırların korunmasında veya mahremiyet gerektiren durumlarda kullanılan bu görevliler Tanzimat’tan sonra da istihdam edilmiş ve bu uygulama günümüzde de devam etmekte.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinden itibaren var olan Divan-ı Hümayun, devlet işlerinin ve meselelerinin görüşüldüğü kuruldu. Fatih Sultan Mehmet ‘e kadar padişahların bizzat başkanlığında toplanan bu kurul daha sonra Sadrazam’ın riyasetine bırakılmış bu dönemden itibaren padişahlar, toplantı salonu üzerinde kafesle ayrılan bir hücrede oturarak müzakereleri takip etmeye başlamışlardı. Görüşmelerin tamamlanmasının akabinde Sadrazam ve ilgili kurul üyeleri belirli günlerde Arz Odası denilen mekâna sıra ile girerler padişah da hepsini dinleyerek müzakerelerin özetini alırdı. İşte Divan-ı Hümayun toplantılarında ve Arz Odası’nda görüşmeler başlayınca mekânın içindeki ve dışındaki çeşmeler açılır, akan suyun içeride ve dışarıda çıkarttığı şırıltılar konuşmaların dışarıdan dinlenilmesini engellerdi.
Prof. Dr. İlber Ortaylı