Parlak İslam Şeriatı, insanların maslahatlarını gerçekleştirmek üzere ve zaman içerisindeki gelişmelere paralel olacak şekilde, her zaman ve mekana elverişli olacak tarzda gelmiştir. Allah Teâla kullarına ziyadesiyle merhametli olduğu için onlara göndermiş olduğu hükümleri tedrici olarak, kademe kademe ve alıştıra alıştıra göndermiştir. Böylelikle kalpler; şer’i hükümleri rıza, kanaat ve huzurla beraber kabul edebilmek için en mükemmel kabiliyet üzere kalmış; bıkkınlık, yorgunluk, sıkıntı ve zorluk hissetmemişlerdir.
Böyle olunca İslam Şeriatı Mevlâ Teâla’nın murat ettiği gibi -hoşgörülü, kolay, zorluk içermeyen, kapalılık arz etmeyen, karışıklık bulunmayan, eksiklik olmayan ve ağır bir yük olarak görülmeyen bir din olmuş olur. Nitekim Mevla Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”[1]
“O. dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.”[2]
Malumdur ki hükümler sadece kulların maslahatı için vaaz edilmiştir. Bu maslahat, zaman ve mekâna göre değişir. Bir vakitte bir hüküm getirildiğinde o hükme ihtiyaç duyulabilir, daha sonra o ihtiyaç ortadan kalktığında hikmetin gereği o hükmün diğer vakte uygun olan bir hükümle neshedilmesi ve değiştirilmesidir. İşte bu değişiklik, maslahatı gerçekleştirir, gayeye ulaştırır ve kullara faydalı olanı gerçekleştirir. Bu durum şuna benzer: Bir tabip, hastanın mizacına, kabiliyetine ve ihtiyaçlarına uygun bir şekilde hastanın aldığı gıdaları ve ilaçları değiştirebilir. Bu değişiklik hastanın yararınadır.
Peygamberler kalp doktorları, ruhun ıslah edicileridir. Bu yüzden bütün şeriatlar zaman ve mekânlara tabi olarak farklı şekillerde gelmiş, hükümlerde tedricilik prensibi getirilmiştir. Zira getirilen hükümler bedenler için ilaçlar konumundadır. Bu hükümler içerisinde bir zaman faydalı olanlar, başka bir zamanda zararlı olabilir. Bir toplumun yararına olabilen bir hüküm. başka bir toplum için olmayabilir. Bu. her şeyi ziyadesiyle bilen, hikmet sahibi, her zaman ve mekâna göre yararlı hükümler vazeden Allah Teâlâ’nın hikmetidir.
NESİH HAKKINDA KÂSIMÎ’NİN GÜZEL BİR SÖZÜ
Üstad Cemaleddin el-Kâsımî’nin ‘Mehâsinu’t-Te’vil’ isimli tefsirinde güzel bir sözü vardır. Bu sözü buraya almayı uygun gördük. Üstad Kâsımî merhum diyor ki: “Yüce yaratan, başka toplumlarda -toplumsal etkenler aracılığıyla- yüzyıllarca süren uzun zaman dilimlerinde mümkün olan bir eğitimi ve terbiyeyi, yirmi üç senede Arap toplumuna alıştıra alıştıra vermiştir. Bu yüzden toplumlara vazedilen şer’î hükümler, o toplumların kabiliyetlerine göre konuluyordu. Toplumun kabiliyeti terakki ettiğinde Allah Teâlâ o hükmü başka bir hükümle değiştirmiştir. Bu. yüce yaratıcının fertlerde ve toplumlarda eşit şekilde uyguladığı kanunudur. Sen, canlı olan kainata baktığında neshin (değişimin) maddi ve edebi şeylerde hissedilebilir doğal bir kanun olduğunu görürsün. İnsan hücresinin önce cenine, sonra sırasıyla çocuğa, ergene, gence, orta yaşlıya ve en son olarak ihtiyara geçişi ve bu dönemler içerisinde birbirini takip eden her bir dönem, en büyük delili gözlerinin önüne serer: Kainatta değişim, kesin olan doğal bir kanundur.
Nesih, kainatta reddedilmeyen bir şey olunca, yavaş yavaş gelişmekte ve en düşük konumdan en yüksek dereceye yükselmekte olan toplumlarda bir hükmün neshedilip başka bir hükümle değiştirilmesi nasıl inkar edilebilir?
Aklı babında olan bir insan, Arapların, insani terakkinin ve beşeri olgunluğun zirvesinde kendilerinde bulunmaları gereken bir nitelikle, daha işin başındayken mükellef (yükümlü) tutulmalarında bir hikmet görebilir mi?
Varlık aleminde bulunan aklı başında hiç kimse böyle bir şey söylemeyince. hüküm verenlerin en güzeli olan Allah Teâla nın, çocukluk çağını yaşayan bir ümmete, gençlik ve olgunluk çağında kaldırabilecekleri yükleri onlara yükleyebileceğini nasıl caiz görür?
İki şeyden hangisi daha üstündür? Bizzat Allah Teâlâ’nın sınırlarını belirlediği, ilmiyle dilediğini neshetliği, insanların ve cinlerin bir harfini dahi eksiltemeyecek şekilde her zamana ve mekâna uygun olarak tamamladığı, insanın hiçbir haline aykırı olmayan bizim şeriatımız mı, yoksa papazlarının tahrif ettiği, her yönüyle beşeri hayatın gereklerine aykırı olduğu için amel etmeye imkan bırakmayacak şekilde hükümlerinin kaldırıldığı diğer dini şeriatlar mı? [3]
NESHİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMI
Nesih, sözlükte bir şeyi izale etmek, gidermek, uzaklaştırmak, yerinden ayırmak anlamlarına gelmektedir. Araplar; “Güneş gölgeyi izale etti” derler.“Ama Allah, şeytanın katıp bırakmalarını giderir”[4] ayetinde de gidermek ve iptal etmek manası maksuttur. Ayrıca bir yazıyı bir yerden başka bir yere nakletmek (kopyalamak) manasında kullanılır. Arapların kitabın kopyasını aldım sözü ‘Şu kitapta olanları diğer bir kitaba aktardım’ manasında kullanılmıştır. “Çünkü biz. yaptıklarınızı kaydediyorduk”[5] ayeti de bu manadadır. Neshin diğer bir anlamı da değiştirmektir.
“Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman…”[6] ayeti bu kabildendir. Neshin başka bir anlamı da çevirmektir. Mirasların birinden diğer bir kimseye geçmesinde nesh kelimesi kullanılır. Saydığımız bu manalar neshin sözlük anlamlarıdır.
İslam şeriatında neshin terim anlamı şöyledir: “Bir hükmün geçerliliğinin sona erip başka bir hükümle değiştirilmesi.” Fıkıhçılar ve usulcüler nesih hakkında birçok tarif yapmışlardır. Biz, en kısa ve en kapsamlı olanı tercih edeceğiz. Bu tarif. İbn Hacib’in tarifidir:
Nesih: Şer’i bir hükmün sonradan gelen şer’î bir delille kaldırılmasıdır. Allah Teâlâ Kitab-ı Aziz’inde şöyle buyurmaktadır: “Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?”[7]
NESİH AYETİNİN İNMESİNİN SEBEBİ
Rivayet edildiğine göre Yahudiler “Şu Muhammed’in işine hayret etmez misiniz? Yanındakilere bir şeyi emreder, sonra da o şeyi yasaklar, aksini emreder. Bugün bir şey söyler, ertesi gün o sözünden döner. Kuran Muhammed’den başka kimsenin sözü değildir. Çünkü onun sözleri birbirini tutmuyor” diyorlardı. Onların beyinsizliklerine ve cehaletlerine cevap olmak üzere Allah Teâlâ yukarıda geçen Nahl Suresi 101. ayeti inzal buyurmuştur.
Ayet-i celilede geçen unutturursak…’ kelimesinin manası Kur’ân tercümanı İbn Abbâs’ın dediği gibi “Bir ayetin hükmünü bırakır, değiştirmez ve neshetmezsek” demektir. Buna göre mana şöyledir: “Bir ayeti değiştirmeksizin bırakırsak…”
SEMAVİ ŞERİATLARDA (HRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİKTE) NESİH VUKU BULMUŞ MUDUR?
İslam Şeriatında nesih aklen caiz, pratik olarak vuku bulmuş ve Müslümanların icmaıyla kabul edilmiş bir olgudur. Yahudiler neshin pratikte vuku bulduğunu inkâr ederler. Şeriatlarda neshin vuku bulmadığını, böyle bir şeyin cehalete delalet ettiğini kabul ederler. Allah Teâlâ bundan münezzehtir. Ebû Müslim el-lsfahânî de Yahudilerin bu görüşlerini kabul etmiş ve şöyle demiştir: “Allah Teâla’nın kitabında nesih gerçekleşmemiştir; çünkü Allah Kur’ân’dan haber verirken; “Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O. hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.” [8] buyurmuştur. Kur’ânda nesih bulunmuş olsa ona batıl ilişmiş olurdu.”
Âlimlerin cumhuru (büyük çoğunluğu), neshin caiz olduğuna ve bizzat vuku bulduğuna, kesin delillerin Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in peygamberliğine delalet ettiği ile hüccet(delil) getirirler. Ayrıca önceki şeriatın neshedildiği kabul edilmedikten sonra Hz. Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliği de geçerli olmaz. Bu. akli bir delildir. Bizzat vuku bulması hakkında âlimler şöyle demişlerdir: Nesih, önceki şeriatlarda gerçekleşmiştir. Neshin vuku bulduğu şeriatlardan biri de Yahudi şeriatıdır. Zira Tevrat’ta, Adem (Aleyhisselam)’ın kızlarına oğullarıyla evlenmelerini emrettiği ve bu hükmün sonradan ittifakla haram olduğu geçmektedir.[9]
CUMHURUN DELİLLERİ
Cumhur âlimler, neshin vuku bulduğuna birçok hüccetle delil getirirler. Özetle bunları zikredelim:
“Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?”[10]
Alimler bu ayetin, neshin vuku bulduğunu sarahaten ifade ettiğini söylerler.
İkinci Hüccet:
“Biz bir ayeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki, Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygambere. Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler. (Ey Muhammedi! De ki: “Ruhul-Kudüs (Cebrail) İnananların İnançlarını sağlamlaştırmak, Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere Kur’an’ı Rabbinden hak olarak indirdi” [11]kavl-i şerifi, tüm açıklığıyla ayet ve hükümlerin değiştirilebileceğine delalet etmektedir. Değiştirme, bir hükmün kaldırılıp başka bir hükmün getirilmesini kapsar. Kaldırılan şey, ya ayetin tilavetidir ya da hükmüdür. Hangisi olursa olsun neticede bu, (ayet ya da hükümden ibaret olan) bir şeyin kaldırılması ve neshedilmesidir. Ayet de bunu bildirmektedir.
Üçüncü Hüccet: Kıblenin Beyt-i Makdis’ten Mescid-i Harama çevrilmesidir. Bu. aklı başında hiç kimsenin tartışmadığı açık bir husustur. Müslümanlar İslam davetinin başlangıcında namaz kıldıklarında Beyt-i Makdis’e dönüyorlardı. Daha sonra bu hüküm değiştirilmiş,
“(Ey Muhammedi) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin…”[12] ayetiyle Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar, Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beyt-i Atîk’e (Kabe’ye) yönelmeleri emredilmiştir.
Allah Teâlâ, Müslümanlar Beyt-i Makdis’e yönelmeyi terk edip Mescid-i Haram’a doğru namaz kılmaları sebebiyle münafıkların ve Ehl-i Kitab’ın Kur’ân ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında ileri geri konuşacaklarını şöyle haber vermiştir:
“Birtakım kendini bilmez insanlar, “Onları (Müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da. Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”[13]
Dördüncü Hüccet: Allah Teâlâ;
“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler…” [14] âyetiyle kocası ölen kadının dört ay on gün iddet beklemelerini emretmiştir. Bu ayet-i celile, önceki hükmü kaldırmıştır. Önceden kocası ölen kadınlar; “içinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler…” [15] ayetinin hükmü gereğince kadınlar tam bir sene bekliyorlardı. Her Müslüman’ın bildiği gibi kocası ölen kadının bir sene iddet bekleme hükmü, dört ay on gün beklemesi gerektiğini ifade eden yukarıda zikrettiğimiz Bakara suresi 234. ayeti ile neshedilmiştir.
Böylece İslam şeriatında neshin vuku bulduğuna dair cumhurun getirdiği delil gündüzün ortasında parıldayan güneş gibi apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kesin ve doğru olan apaçık naslara aykırı olduğu için neshi inkâr edenlerin sözlerine itibar edilmez.
KURTUBİ’NİN CÂMİU’L-AHKÂM TEFSİRİNDEKİ SÖZÜ
Allame Kurtubi tefsirinde şöyle demiştir: Nesih konusunun bilinmesi zorunludur, yararı büyüktür. Özellikle âlimlerin bu konuyu bilmesi gereklidir. Bunu cahil ve beyinsizlerden başka hiç kimse inkâr etmez. Zira nazil olan birçok hüküm, helal ve haramın bilinmesi buna bağlıdır. Kendilerini İslam’ nisbet eden müteahhirin âlimlerden bir grup neshin cevazını inkâra yeltenmişlerdir. Bu güruh. İslam Şeriatı’nda neshin bulunduğuna dair Selefin temasıyla susturulmuştur.
Kurtubî sözlerine şöyle devam etmiştir: “Bu hususta âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Zira peygamberlerin şeriatları ile, insanların dinî ve dünyevî maslahatları hedeflenmiştir. Bedâ -gizli bir hikmetin sonradan ortaya çıkması- olayların akıbetini bilmeyen kimse için söz konusudur. Her şeyin akıbetini bilen zatın (Allah Teâlâ’nın) hitapları, maslahatların değişmesiyle değişir. Allah Teâlâ, hastanın hallerine özen gösteren bir tabip misali mahlûkatında dilemesiyle bunlara riayet eder. Ondan başka ilah yoktur. Onun hitabı değişir ama ilmi ve iradesi asla değişmez. Zira bu, Allah Teâlâ hakkında imkânsızdır.”[16]
KUR’ÂN-I KERİM DE NESHİN KISIMLARI
Nesih üç kısma ayrılır:
1- Tilavetin ve hükmün neshedilmesi.
2- Hükmün devam etmesiyle beraber sadece tilavetin neshedilmesi.
3- Tilavetin devam etmesiyle beraber sadece hükmün neshedilmesi.
1-Tilavetin ve hükmün neshedilmesi: Bu kısma giren ayetlerin namazda okunması ve bu ayetlerle amel edilmesi caiz değildir. Zira tamamıyla nesh edilmiştir. On emzirme ile haramlılığın sabit olduğunu ifade eden ayeti bu kısma örnek olarak verebiliriz. Rivayet edildiğine göre Hz. Âişe (Radıyallahu anhâ) şöyle demiştir: “On bilinen emzirme haram kılar cümlesi Kur’ân’da nazil olan ayetlerdendi. Bu ayet “Beş bilinen emzirme’ ile neshedildi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde bu ayetler Kur’ân ayeti olarak okunuyordu. [17]
Fahreddin Razi der ki: “Birinci kısım -on emzirme- hem hükmü hem de tilaveti mensûhtur. İkinci kısım -beş emzirme- ise Şafiilere göre tilaveti mensûh hükmü bakidir.”
2-Hükmün devam etmesiyle beraber sadece tilavetin neshedilmesi: Zerkeşî, el-Burhan isimli eserinde şöyle demiştir: Ümmet kabul ettiğinde amel edilir. Nitekim Nur suresinde neshedilen ‘Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere onları kesinlikle recmedin, Allah Aziz ve Hakim’dir’ ayeti hakkında Hz. Ömer şöyle demiştir: İnsanlar ‘Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı’ demeyecek olsalardı ellerimle bu ayeti Mushaf a yazardım.” [18]
İbn Hibbân’ın Sahih’inde Übey b. Ka’b’ın (Radıyallahu anh) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ahzab suresi -uzunluk bakımından- Nur suresine denk bir sureydi. Daha sonra bu sureden ayetler neshedildi.”
Bu iki nevi, Kur’ân-ı Kerim de oldukça azdır, bu tür nesihlerin Kur’ân’da nadir olduğunu görüyoruz. Zira Allah Teâlâ Kuran-ı Mecid’ini insanlar tilavetiyle ibadet etsinler ve hükümlerini tatbik etsinler diye indirmiştir.
3- Tilavetin devam etmesiyle beraber sadece hükmün neshedilmesi: Bu tür nesih Kur’ân’da çoktur. Zerkeşi’nin dediği gibi altmış üç surede mevcuttur. Örnekler: Anne babaya vasiyet edilmesini emreden ayet, miras ayetiyle neshedilmiştir. Kocası vefat eden kadının bir sene iddet tutmasını emreden ayet, dört ay on gün iddet beklemesini emreden ayet ile neshedilmiştir. Oruç tutabildiği halde tutmayan kimsenin fidye vermesini ifade eden ayet, orucun farz oluşunu ifade eden ayet ile neshedilmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile baş başa görüşme esnasında sadaka verilmesi, müşriklerle savaşılmasının yasak olması ve daha birçok hüküm, delaletleri ve hükümleri apaçık olan Kuran ayetleriyle neshedilmiştir.
Şeyh Hibetullah b. Selâme, nâsih ve mensûh konusunda bir risale telif etmiştir. Müellif kitabında şu ifadelere yer vermiştir:
“Bilesin ki şeriatta ilk nesih namazda olmuştur. Daha sonra kıble değiştirilmiştir. Devamında âşûrâ orucu, sonrasında müşriklerden yüz çevirip onlarla savaşmamak neshedilmiştir. Sonrasında müşriklerle cihad etmek, daha sonra müşrikleri öldürmek, sonra cizye verinceye kadar Ehl-i Kitap ile savaşmak emredilmiştir. Daha sonra akit sonucu sabit olan miras kaldırılmıştır. Sonrasında Müslümanların hac yapmalarına karışmasınlar diye müşriklerdeki cahiliye adetleri yıkılmıştır…”
TİLAVETİ DEVAM ETMEKLE BERABER HÜKMÜN NESHEDİLMESİNİN HİKMETİ
Bu hikmeti allame Zerkeşi ‘el-Burhân’ isimli eserinde şöyle beyan etmektedir:
Burada akla bir soru gelebilir: Ayetin tilaveti devam etmekle beraber hükmün kaldırılmasının hikmeti nedir? Buna iki şekilde cevap verebiliriz:
1-Kur’ân, kendisinde yer alan hükümler bilinsin ve bunlarla amel edilsin diye okunduğu gibi, aynı şekilde Allah Teâlâ’nın kelamı olduğu için ve sevap kazanmak için de okunur. İşte bu hikmetten dolayı hükmü mensûh olan ayetlerin tilaveti bırakılmıştır.
2-Nesih çoğunlukla hafifletmek için olur. Bu sebeple nimeti bildirmek ve meşakkatin kaldırıldığını hatırlatmak için tilavet bırakılmıştır. Böylelikle Müslüman, Allah Teâlâ’nın dini kolaylaştırması hususunda kendisine bahşettiği nimetleri hatırından çıkarmamış olur.
KUR’AN, SÜNNET İLE NESHEDİLİR Mİ?
Alimler, Kur’ân’ın Kur’ân’la, sünnetin sünnetle ve mütevatir haberin de kendisi gibi mütevatir haberle neshedilmesi konusunda görüş birliği etmişlerdir. Ancak bir konu âlimler arasında ihtilaflıdır: Kur’ân’ın sünnetle neshediimesi ve mütevatir haberin mütevatir olmayan haberle neshedilmesi caiz midir?
İmam Şafiî’nin görüşü: Kur’ân’ı nesheden sadece Kurandır. Ona göre Kur’ân’ın sünnet ile neshedilmesi caiz değildir. Çünkü sünnet Kur’ân derecesinde değildir.
Cumhurun görüşü: Kur’ân’ın Kur’ân’la ve sünnetle neshedilmesi caizdir. Çünkü tamamı Allah’ın hükmüdür ve Allah Teâlâ katındandır. Hepsi Allah Azze ve Celle’nin vahyidir.
“O, kendi arzusundan konuşmaz. O, ancak kendisine vahyedilen bir vahiydir.” [19] Cumhur, vasiyet ayetinin “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat edin! Varis İçin vasiyet yoktur!” [20] hadisiyle neshedilmesini hüccet olarak zikrederler.
Aynı şekilde; “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.”[21] ayetinde geçen zina eden muhsana[22] sopa vurulması hükmü, recim ile neshedilmişdr. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
HABERLERDE NESİH VUKU BULMUŞ MUDUR?
Alimlerin cumhuru, neshin hükümlere, emir ve yasaklara has olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Allah Teâlâ’nın haberlerinde yalan bulunması muhal olduğu için haberlerde nesih bulunmaz. Denilir ki: Haber şer’î bir hükmü içerdiği zaman neshedilmesi caizdir.
“Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem sarhoş edici içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” [23] ayeti hurma ve üzümden elde edilen içkiden haber vermektedir. Allah Teâlâ içkiyi haram kılan Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz”[24] ayetiyle, Nahl suresi 67. ayette ifade edilen haber neshedilmiş oldu.
Müfessirlerin piri İbn Cerir et-Taberî (Rahmetullahi aleyh) ‘Câmiu’l- Beyân ‘tefsirinde şöyle demiştir:
Biz herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz”[25] ayetinin manası şöyledir: Biz bir ayetin hükmünü başka bir hükme naklettiğimiz zaman onu değiştiririz. Bu, helalin harama, ya da haramın helale; mübahın yasağa, yasağın mübaha değiştirilmesi şeklinde olur.
Taberî devamla şöyle demiştir: Nesih, emir ve nehiyde, yasak ve serbest kılmada, men etme ve mübah kılmada olur…
Bu bölümde, ilim talebesinin aşina olması gerektiği ölçüde, Allah Teâlâ’nın hükümlerin teşriinde, kulların maslahatını gerçekleştirecek ve nâsih mensûh vasıtasıyla zamanın gelişmelerine uygun olacak şekilde ayetlerin inzal olmasının hikmetini anlamaya yardımcı olacak kadar İslam şeriatında, Kuran ve sünnette vuku bulan neshe kısaca göz atmış olduk. Bu risalemizde nesih konusunu kısa tuttuk.
“Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir”[26]
KUR’AN’DA RECM AYETİ VAR MI?
Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hazreti Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenab-ı Allah Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır”(Müslim, Hudûd, 15).
Hazreti Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin” (Mâlik, Muvatta’, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). Hazreti Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cemaatten hiçbirinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). Ömer (Radıyallahu anh)’in şöyle dediğini nakleder:
“Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri…” ifadesini Mushaf’ın haşiyesine yazardım” (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).
Bazıları Resulullah’ın hadisi ile ayetin neshedilemeyeceği, dolayısıyla bu hükmün geçersiz olduğunu iddia ederler. Yani recim cezasının olmadığını söylerler. Halbuki yukarıda da okuduğunuz gibi bu ayetin lafzı kalkmış ancak manası sabit kalmıştır…
ELİMİZDEKİ KUR’AN CEBRAİL’İN (A.S) SUNDUĞU KUR’ANDIR
Ubeydetu’s-Selmani’nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefat ettiği sene, O’na arzedilen (sunulan) kıraat (Kur’an okunuşu) Hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın bütün insanları üzerine topladığı (herkesin razı olduğu) ve bütün insanların ittifakı (birliği)yle okuduğu kıraattır.(Suyuti, D. Mensur 1/258)
İbn-i Mesud (Radıyallahu anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cibril-i Emin her sene bir kere, Kuran’ı Efendimize arz ederdi. Son sene iki kere arz etti. İşte ben o sene Resulüllah’tan Kuran’ı aldım.” (Suyuti, Dürrul Mensur 1/259)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahu Teala dinin yeni yeni oturduğu zaman diliminde bazı ayetler indirmiş ve daha sonra unutturmak sureti ile onları kaldırmıştır. Bazı ayetlerin hükmünü diğeri ile neshetmiştir. Ehli Sünnetin ittifak ettiği görüş nesih ve mensuhun olduğudur. Siz, televizyonlara çıkan yerden bitme ne olduğu belirsiz, hadis, müctehid tanımayan, işine gelmeyen ayeti bile görmeyen körlere aldanıp da ehli sünnetten şaşmayın.
Dipnotlar;
15-) Bakara Suresi 240. Ayet
16-) Bkz. Kurtubi CAmiu’l-Ahkâm 2/57. Şeyh Zekeriyya Yusuf el-Kandehlevi “el-İmân ve
Âsâruhu” isimli kitabında konuyu anlattığı bölümde bu bahsi uzun uzadıya anlatmıştır. Bu bölümde ellerinde hiçbir delil bulunmaksızın Kur’anda neshin varlığını inkâr eden modernistlerin görüşlerini çürütmüştür.
17-) Hadisi Müslim Süt emzirme bölümünde 1452 numara ile rivayet etmiştir. Hadis ayrıca Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai’de de rivayet edilmiştir. Hadisin açıklaması hakkında şöyle denmiştir: Beş emzirmenin neshetmesinin inzali vahyin son dönemlerine denk gelmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde bazı insanlar, ayetin neshedildiği haberi kendilerine ulaşmadığı için bunu Kur’an ayeti olarak okuyorlardı. Zira ayetin nüzulü Resulullah’ın vefatına yakındı.
18-) Hadisi Buhari Sahihinde rivayet etmiştir.
26-) Ahzab Suresi 4. Ayet
Faydalanılan eser; Muhammed Ali Sabuni, Et-Tibyân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Çev; Yaşar Güngör, Yasin Yayıncılık, s.85-98