Bu yazı, harekâtın sonrası ve harekât neticesinde ABD ve Rusya ile masaya oturulmak zorunda kalınıp, ayrı ayrı mutabakata varılan maddeler sonrasında, oluşabilecek olası senaryolar üzerine yürütülen tahminlerden ibarettir.
Büyük Ortadoğu Projesi
İlk olarak George W. Bush’un siyahi Dışişleri Bakanı olan Condolezza Rıce’ın ifade ettiği proje. Projenin eşbaşkanı olduğunu daha önce birçok kez Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisi ifade etmiştir. Projenin detayları; Türkiye’de dahil, 22 ülkenin sınırlarının değişmesidir. Bunun yanında proje siyasi sosyal, kültürel ve dini ayaklarını da barındırır.
Projenin masum yönü demokrasi ve insan hakları gibi sihirli sözlerdir. Ancak proje gerçekte; Ortadoğu’daki ülkeleri bölüp parçalayarak küçük devletçikler oluşturup, İsrail’in güvenliğini sağlamak, AB, Çin, Rusya, Japonya ve İran gibi ülkeleri, Ortadoğu kaynaklarından uzak tutmak, AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını ortadan kaldırmak için Nabucco Projesini inşa etmek ve Ortadoğu ve Hazar petrollerini Türkiye üzerinden AB ülkelerine sevk etme gibi planlar vardı. Tabi en büyük ve pek dile getirilmeyen amacı ise Büyük İsrail Devleti’ni kurmaktır. Ortaya çıkan bu proje ilk olarak 7 Ağustos 2003’te ortaya çıkmıştır.
Akp ve Erdoğan’ı ise bu proje sonunda Misak-ı Milli sınırlarını topraklarına katmış Yeni Osmanlı vaadiyle kandırdılar. Hatta Kadir Mısıroğlu gibiler B.O.P bir nimettir gibi laflar ediyordu. Ancak Akp, her zaman olduğu gibi kandırıldı. Ama baktılar ki geri dönüş yok, mecbur devam ettiler. Zaten iktidara da bu projeyi kabul etmeleri ve bazı taviz ve taahhütler sebebiyle getirildiler. Sonra bu projenin adı ve boyutu değişti. Yeni adı; Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu. Bu ifade, bizzat Erdoğan’ın ifadesidir.
Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi yerini Rusya BOP’una bırakıyor
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi için; dikdatörler devriliyor, Araplar rahat bir nefes alacak diye ortaya çıkıldı. Dinlerarası Diyalog ve Medeniyetler İttifakı Projeleri ile dini ve kültürel zemin hazırlandı. Kurtlar Vadisi de bu projenin doğurduğu bir diziydi. Zaten o da 2003’te başladı. Ancak Mısır, Libya, Tunus gibi ülkeler bir bir devrilirken Suriye’de duvara toslandı. Rusya, Çin, İran gibi ülkeler, bu projeyi yırtıp çöpe attı. ABD zorladı, Türkiye üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirmek için Türkiye’yi bölgesel güç yapmaya çalıştı ama o da tutmadı. Nabucco Projesi bile resmen iptal oldu. Nabucco yerine Türk Akımı adında ABD’nin yerine Rusya ile Türkiye arasında enerji hattı anlaşması imzaladı.
Tüm bu yaşanan süreçte Rusya’nın Esad’a desteği, sebepsiz değil. Zira, Suriye düşerse İran’da karışır. İran karışırsa Rusya’nın önemli bir müttefiği zarar görür. Ayrıca Suriye düştüğünde, orada savaşan Çeçenlerin, Rusya’nın başına tekrardan bela olma ihtimali durumlar da Rusya’nın Esad’a desteğinin sebebini anlamamıza neden olur. Tabi bunun yanında ekonomik sebepler de var. Rusya, Esad’a verdiği destek sayesinde Akdeniz’de çok önemli bir limana da sahip oldu. Tartus limanını 49 yıllığına Rusya’ya kiralayan Esad, hem Rusya’nın desteğini sağladı, hem de bu karışık savaş ortamında düzenli ekonomik gelir sağladı.
İşin özü olarak ABD’nin projesi olan Büyük Ortadoğu, çıkmaza girdi fakat Rusya’nın da alternatif Ortadoğu projesi olduğunu söyleyen stratejistler de bulunmakta. Eğer stratejistlerin iddiası doğruysa, İsrail’in Rusya’ya yakınlaşmasını ilerleyen süreçte görebiliriz. İsrail’in bu hamlesinin yanısıra ABD ile Rusya arasında arabuluculuk yapması gibi söylemler de bu süreç için belirtilse de bunun gerçekçiliği tartışılır.
Barış Pınarı Harekâtı’nın Öncesi ve Sonrası
Harekatın hakkında konuşmadan önce BOP’u anlatmamızın bir sebebi vardı. Ortadoğu’da yaşanan birçok çatışma, savaş ve akan kanlar, BOP için akmakta. Ölenler ve öldürenlerin bir kısmı, BOP’un başarılı olarak hayata geçmesini isterken, bir kısmı da bu şeytani projenin gerçekleşmemesi için uğraşmakta. Zira Büyük Ortadoğu Projesi’nin nihai hedefi; bölünüp, parçalanan devletlerin, devletçikler haline gelmesi ve bu devletçiklerin ileride tek tek yutularak, İsrail devletine katılmasıdır. Bunu zamanında Turgut Özal, Necmettin Erbakan gibi siyasiler de açık açık anlatmışlardır. Üstelik Özal, son zamanlarına kadar onların bu projelerine hizmet eden bir isim olmasına rağmen, bu gerçeği bildirmiştir.
Suriye sınırındaki mayınlı araziler
İlk olarak 2002 yılında gündeme gelen bu mayınların temizlenmesi meselesi Suriye’de olayların başlamasının önündeki büyük engeldi. Bu nedenle öncelikle Türkiye’ye 25 Eylül 2003’te Ottawa Sözleşmesi’ni imzalattırdılar. Bu sözleşmeye göre Türkiye; elindeki mayın varlığını imha etmesinin yanısıra, 10 yıl içinde de mayınlı arazilerini temizlemeliydi. Bu sözleşmeye göre son tarih ise 2014 yılıydı.
Sözleşmenin verdiği yükümlülükle, Hatay’dan Şırnak’a kadar uzanan bölgedeki, yaklaşık iki Kıbrıs büyüklüğündeki mayınlı arazinin temizlenmesi gerekiyordu. 2004’te mayın temizleme ihalesi açılmış, 2007 yılında ise CHP, konuyu anayasa mahkemesine götürmüştü. Süreç bu noktadan sonra 2011 yılında sessiz sedasız bu faaliyetler tekrar başlamış, hatta ihaleye katılan Pekkan Grubu, mayın temizleme malzemelerinin tedariğini İsrail’den yapması sebebiyle o dönem büyük tartışmalar da yaşanmıştır. Mayın konusu, mayınlı bir arazi ama bir dönem Milli Savunma Bakanlığı yapan İsmet Yılmaz; mayın temizleme çalışmalarının tamamının 2024’e kadar biteceğini belirtmiş ve sadece Suriye sınırında değil, Irak, İran Suriye ve Ermenistan sınırlarının tamamını kaldırmayı kapsıyor.
Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi ve akabinde Suriye’nin karışması da işin başka ilginç bir boyutu. Türkiye ve Suriye arasında ortak Bakanlar Kurulu toplantılarının yapıldığı zamanlarda Başkan Erdoğan; Suriye’nin 2009’da sınırındaki mayınları temizlediğini, bizim de temizleyerek bu bölgeyi istihdama açmamız gerektiği beyanatını vermiştir.
Suriye karışıyor
15 Mart 2011’de Suriye’de olaylar patlak vermeye başlayınca, ABD, İsrail ve Avrupa Birliği devletleri ortak açıklamalarla Esad’ı hedef alıyor, masum sivilleri katlettiğini, ilerleyen süreçte de kimyasal ve biyolojik silah kullandığına dair demeçler veriyordu.
Yaşanan bu süreçte, BOP misyonuna göre hareket eden Mısır merkezli İhvan-ı Müslimin ve AKP, Suriye savaşına dahil oldular. Bu süreçten sonra, Esad zalim ve dikdatördü. Devrilmesi gerekiyordu, başka yol yoktu ve her türlü uzlaşı kapısı kapanmıştı. Ama meselenin can alıcı noktası şu ki; Esad sömürge valisi değil, Esad ülkenin çoğunluğu tarafından desteklenen bir liderdi. Bunu o zamanlarda görmezden gelen Türkiye ve Mısır, olayları durdurabilecek durumdayken bunu yapmadı ve olanlar oldu. Detaylara fazla girmeyeceğim, bugüne gelinen süreci az çok herkes bilmekte. Asıl sorulması gereken soru şu; Bizim Suriye’de ne işimiz var
Çanakkale’deki şehitlerin mezar taşlarındaki Halep, Şam gibi yerleri gösterip; “onlar bizim Çanakkale’de ne işimiz var demedi” diyenler, sapla samanı karıştırmış, tarih, siyaset, uluslararası ilişkilerden habersiz, cahil ve duygusal olarak hareket eden, kolayca yönlendirilen kitlelerden ibarettir. O dönem Halep ve Şam Osmanlı toprağıydı. Elbette devletin her cephesinde savaşa gitmeleri gayet doğaldı. Ayrıca o zaman hilafet ve saltanat gibi kavramlar ve bunlar etrafında yerleşik bir devlet düzeni vardı. Ulus devlet kavramının henüz yerleşmediği coğrafyada Şam’dan da Halep’ten de asker gelir, gelmek zorundadır. Zamanında da buradan Yemen’e gitmiştir. Hatta meşhur türküsü de vardır. Ama Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti’ni karıştırmayın.
Barış Pınarı Harekâtı neden yapıldı?
Türkiye’nin büyük tantanalarla başlayıp dünyayı ayağa kaldıran fakat oldukça kısa süren Barış Pınarı Harekatı’nı öncesi, sonrası, artısı ve eksisiyle anlatmaya çalışacağız. Suriye’de savaş 8 yıl 7 ay 1 haftadır aralıksız devam ediyor. Bu süre zarfında farklı farklı ülkeler onlarca plan yaptı, denge kurdu, strateji geliştirdi. Elbette bunların arasında Türkiye de vardı. Türkiye, savaşın kendisini bizzat vurduğu Suriye’den sonra bu insanlık dramından en çok zarar gören ülkeydi. Gerek uğradığı ekonomik yıkım, gerek güneyini istila eden terörist örgütler, gerek 5 milyon mültecinin Türkiye’nin üzerine kalması bu ülkeyi ciddi şekilde yıprattı ve çıkış yolları aramaya itti.
Türkiye daha önce Suriye’de iki doğrudan harekat düzenlemiş, ilkinde %100, ikincisinde %75 başarılı olmuştur. Yalnız bu başarılar askeri başarılardır. Uzun vadede ise kazanç değil, kayıptan ibarettir. Konunun uzamaması için bu harekatların ayrıntılarına girmiyorum. PKK’nın tarihsel süreçte nasıl güçlenip de bugünlere geldiğini, nasıl Türkiye sınırını ele geçirdiğini de anlatmayacağım. Bunu az çok herkes biliyor zaten.
Barış Pınarı Harekâtı ile kazandık, ne kaybettik?
Tel Abyad-Rasulayn arasındaki bölgenin Türkiye’ye bırakılması bir kazanım olabilir. Akçakale’den M-4 otoyoluna kadar olan bölge, Türkiye’nin istediği güvenli bölgenin en verimli işleyeceği yer olacak. Derinlik 32 kilometre olduğu için Türk toprakları PKK’nın menzilinden çıkıyor. Bunun dışında Türkiye yola çıkarken ne diye çıkmıştı? Bütün sınır hattında 32 kilometre derinlik diyerek. Bunu sadece Tel Abyad-Rasulayn arasında sağlayabildi. Ortada kocaman bir başarısızlık var. Aksini iddia eden hiçbir şey bilmiyordur.
Anlaşmaya göre Tel Abyad-Rasulayn hattı hariç 10 kilometre derinlikteki bölgede Türk-Rus devriyeleri başlayacakmış. Bugüne kadar ABD ile yaptığınız devriyelerden ne kazandınız da Rusya ile devriye yapıyorsunuz? Bu sadece bayrakların değişmesidir. Yine anlaşmaya göre Suriye ve Rusya, PKK’yı Türkiye sınırından 30 kilometre geriye çekip Tel Rıfat ve Menbic’den tamamen çıkaracakmış. Buna kargalar bile güler. Tel Rıfat ve Menbiç’teki PKK’lıları, Suriye ordusu Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerindeki muhaliflere karşı maşa olarak kullanıyor. Esad biliyor ki bunu yapmasa buradaki muhalifler Halep’te kendi başına bela olacak. Siz gerçekten, Rusya ve Suriye’nin Türkiye’yi yıpratmak için kullanabileceği böyle kullanışlı bir maşayı bırakacağına inanmayın.
PKK, Tel Rıfat’tan da, Menbiç’ten de çekilmeyecek. İşin kötü tarafı, bu kez çekilmemelerini bahane ederek TSK’nın saldırma şansı da yok. Zira bu kez karşıda kendisine iyi kötü ihtiyaç duyan NATO müttefiki ABD değil, Rusya var. Türkiye daha önce de Tel Rıfat’a harekat düzenlemeye kalkmış, Rusya’nın vurma tehdidi sonrası harekatı aynı gün bitirmişti. Bunu da bildirelim.
Tel Rıfat ya da Menbic’de herhangi bir çekilme olmayacak. Sınır hattında da aynı şekilde göstermelik birkaç adım dışında bir değişiklik olmayacak. Bunları biz daha önceden yaşadık. Ne olduğunu gördük. PKK denildiği gibi 30 kilometre çekilse bile yine değişen bir şey yok. Örgüt 30 kilometre güneyde yine varlığını sürdürecek, Irak bağlantısı kopmamış, Kuzey Irak üzerinden Türkiye’ye saldırma potansiyeli hep var. Petrol elinde, barajlar duruyor, tarım arazileri duruyor, militanları ve silah gücü duruyor. Her şeyi duruyor. Başarı nerede?
Türkiye’nin bugün elde tuttuğu Tel Abyad-Rasulayn hattı da bir yandan baş belası. Zira biraz zaman geçince PKK buraya uyuyan hücrelerle dönecek. Türkiye’yi yıpratmak ve ondan intikam almak isteyecek. Barış Pınarı bölgesinin etrafına yerleşen Suriye askerleri, Rus subayları ve Muhaberatçılar da bu çabalara destek olacak. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde böyle olmuştu. Burada da aynısı olacak. Zira PKK için Türk ordusunu o bölgede yenmek imkansız. Fakat sonu gelmeyen saldırılarla canından bezdirip ekonomisini bozmak mümkün. Türkiye’nin bu bölgeyi güvende tutmak ve sızmaları engellemek için çok daha fazla asker ve ekipman göndermesi gerekiyor ki bunlar da iyi işlemeyen ekonomisi için ayrıca yük oluşturan şeyler.
Mülteciler gönderilebilir mi?
Gelelim meselenin en cafcaflı yerine, yani mültecilere. Ben hiçbir zaman, Türkiye tüm sınırda istediği güvenli bölgeyi kursa bile mültecilerin geri gönderilebileceğine inanmadım. Bu insanların büyük çoğunluğu Fırat doğusundan gelmedi. Yerleştirilecekleri bölgede istikrar asla tam anlamıyla olmayacak. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde de olmamıştı. Haliyle Türkiye’nin mültecilere geri dönüş imkanı sağlanması falan gibi lafları boştur. Bu lafların sahada karşılığı yok. Mülteciler artık Türkiye’nin gerçeğidir. Alışın.
Türkiye, meşru hükümeti pas geçerek girdiği diplomatik çabaların sonucunda, Rus arabuluculuğunda Suriye-PKK anlaşmasıyla karşılaşmış ve bu durum stratejik yenilgiye sebep olmuştur. ABD’nin boşalttığı yerleri Türkiye’nin alması beklenirken Suriye almıştır. Suriye ordusunun cephe hattında belirmesi harekatı akamete uğratmıştır. Türkiye’nin girdiği bölgede, harekatın masraflarını karşılamak için sömürülecek hiçbir şey yoktur. Aksine uzun yıpratma savaşları yüzünden burası Türk hazinesi için bir kara deliğe dönüşebilir.
Ekonomik açıdan da harekat başarısız olmuştur. Batıdan gelen yaptırım tehditlerini saymıyorum bile. Maksat konu dağılmasın. Mülteci mevzusunda da Türkiye’nin plânları çökmüştür. Türkiye meşru hükümetle anlaşıp savaşı bitirerek mültecilerin eve dönüşünü sağlayacağı yerde, kendi sınırında askerî operasyonla açacağı alanlara mültecileri yerleştirme gibi absürd bir plan yapmış ve bu plan yatmıştır. Mültecilerin gönderilmesi için gereken alandan çok daha azı Türkiye’nin elindedir. Burada bu insanlara geçim kapısı olacak bir kaynak yoktur, kaldı ki bu bölgede istikrar da yoktur.
Türkiye harekat süresince örgüte hiçbir ciddi zarar verememiştir. 110.000 silahlı elemanı bulunan bir örgütün bir kaç yüz militan kaybetmekle yıkılmayacağını hepimiz biliyoruz. PKK’nın gelişmiş silahları imha olmadı, bu silahlar Kuzey Irak’a, İran’a ve hatta Ermenistan’a da sevk ediliyor ve yarın öbür gün Allah korusun, Türk askerinin üzerinde kullanılacak. PKK’nın petrol, doğalgaz, elektrik, tarım vs. gibi para kaynakları Barış Pınarı Harekatı sayesinde örgütün elinden alınamamıştır. Bunlar olduğu gibi duruyor. PKK hiçbir zarar görmedi, sadece yer değiştirdi.
Türkiye’nin tek kazancı, en azından Akçakale-Ceylanpınar hattından PKK’yı güneye süpürmek oldu. Artık bu noktada Türk toprakları örgütün menzilinde değil. Esad’ın istihbarat örgütü El Muhaberat, PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmak için elinden geleni yapmaya devam edecek gibi duruyor. Türkiye’nin ele geçirdiği Rasulayn ve Tel Abyad şu an için kazanç görünse de aslında Türkiye için bir bataklık, bir baş belası, zira uzun vadede ekonomik kayıp, şehid sayısında artış gibi sorunlar baş gösterecek. Kaldı ki orada istikrarı devamlı sağlamak pek mümkün değil. Bu da mültecilerin geri dönmeyeceğini gösteren bir başka sebep.
Ayrıca bir de bu bölgede uzun vadede Irak, İran, Türkiye ve Suriye’den koparılacak topraklarla kukla bir Kürt devleti’nin kurulması ve bu devletin de ileride İsrail’e bağlanması, ABD ve İsrail cephesindeki ruhani topluluğun, nihai hedeflerindendir. Bakıldığı zaman Irak’ta 36. paralel masalları ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Hatta Türkiye bile Dışişleri Bakanı düzeyinde ziyaretler bile artık normal şekilde gerçekleştirmektedir. Aynı durum ilerleyen zamanlarda Suriye’de de gerçekleşme riski bulunmaktadır. Öte yandan bir diğer konu ise bu harekatın tam bir sonuç vermesi için petrol kuyularının bulunduğu Deyr-i Zor’a kadar inmek gerekir fakat bu şu aşamada mümkün olmayan bir durum.
Özetle harekât başından beri yanlış hamleydi. Doğru hamle bir an önce Suriye’den çekilip Esad ile mutabakata vararak, mültecileri kontrollü bir şekilde topraklarına geri göndermektir. Dedik ya Suriye’de en başından beri yürütülen politika Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesidir. Akp bundan vazgeçerse, ya da bu projeyi gerçekleştiremezse, kendisinin iktidarda kalamayacağını biliyor fakat bu proje, uzun vadede Türkiye’nin bölünmesine kadar gidecek bir projedir. Her ne kadar BOP bitti diyenler olsa da inanmayın, projenin devamı için Siyonistler hâlâ çaba sarf etmekteler.