Bu yazının amacı halkı kin ve nefrete yönlendirmek ya da bir zümreyi, topluluğu hedef göstermek, toplumu kışkırtmak değil. Bu yazı inanan insanları yani Müslümanları bilgilendirmek ve toplumun temelini oluşturan aile kurumunu korumaları amacıyla uyarı niteliğinde bir yazıdır. Öncelikle LGBT’nin ne olduğunu anlatmakla konuyu açalım.
LGBT ya da GLBT; lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma. 1990’larda LGB kısaltmasından sonra ortaya çıktı ve 1980’lerin ortaları ile sonlarından itibaren gay sözcüğü yerine kullanılarak LGBT topluluğunu temsil etmeye başladı.
LGBT denilen bu topluluğun, her yıl Haziran ayının son haftası yaptığı eylemler çeşitli ülkelerde geleneksel olarak yapılmaktadır. Bu “onur yürüyüşü” ya da pride week olarak adlandırılan yürüyüşlerin tarihsel olarak çıkış noktası ise 1969 yılında gerçekleşen meşhur Stonewall ayaklanmaları‘dır.
New York Village bölgesinde bulunan Stonewall Inn. adıyla işletilen eşcinsel barına yapılan polis baskını sonucunda çıkan ayaklanmaların kıvılcımı polis baskını olsa bile, bu barı işleten İtalyan mafyası olunca, işler farklı bir hâl almaya başladı. İtalyan mafyasının kışkırtmaları ve polisin de buna karşılık olarak sert müdahalesi ile olaylar çığırından çıkmıştır.
Olaylardan altı ay geçtikten sonra eşcinsel hakları için üç adet gazete kuruldu. Birkaç yıl içinde ise tüm dünyada dernekler kurulmaya başlandı. 28 haziran 1970’te bu olayların yıl dönümü için ilk “onur yürüyüşü” denilen yürüyüş düzenlendi. “Onur yürüyüşü” denilen işin özeti budur.
Türkiye’de Onur Haftası 1993’te ilk defa “Cinsel Özgürlük Haftası” adı ile kutlanmak istenmiştir, ancak o yıl gerçekleştirilememiştir. Bir hafta boyunca çeşitli LGBTİ ile ilgili paneller, film gösterimleri, tiyatrolar, konserleri ve partiler gibi bir dizi etkinliklerin gerçekleştiği bu haftaya Türkiye ve diğer ülkelerden insanlar katılmaktadır. Birçok araştırmacı, yazar, politikacı ve sanatçının yer aldığı paneller 2007 yılında Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’de İstanbul’da gerçekleştirilen bu yürüyüş; Akp iktidarının başa geldiği 2003 yılında ilk defa 30 kişinin katılımıyla başlamıştır. Peki neden Akp vurgusu yaptık. Bunun sebebini ileride daha detaylı yazacağız fakat aşağıdaki video, neden Akp dememizin sebeplerinden sadece birisidir.
2002 seçimleri öncesinde Abbas Güçlü ile Genç Bakış programına konuk olan dönemin Akp Genel Başkanı ve Curhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eşcinsellerle ilgili sorulan soruya; “Eşcinsellere bazı haklar vereceğiz” diye cevap veriyor. Ancak bilinmelidir ki bu ifade altı boş bir ifade değildir. Gerçekten de eşcinsellere daha doğrusu LGBT’lilere anayasal haklar bile sağlanmıştır. Peki ne uğruna? Kokuşmuş, çürümüş, aile kavramı bitmiş, gençlerin esrarkeş olduğu Avrupa’nın şu süreçte dağılma sürecine girdiği Avrupa Birliği uğruna.
Buna kısaca değindikten sonra tekrar “onur haftası” denilen etkinliklerin Türkiye’deki tarihçesine dönelim. 2003 yılında 30 kişiyle düzenlenen bu yürüyüşler, 2010 yılında yaklaşık beş bin kişi, 2011 yılında ise yaklaşık on bin kişiye ulaşmıştır. İşte geldik dananın kuyruğunun koptuğu yıla, yani 2011 yılına. Peki ne oldu 2011 yılında?
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi sözleşmesi.[1]
Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen bu Avrupa Sözleşmesi, aslında aile kurumunun dolayısıyla da toplumun altına koyulmuş bir dinamittir. Peki bu sözleşme gerçekten ibarede geçtiği gibi Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele’yi mi kapsıyor? Yoksa işin içinde başka iş mi var?
Farkında mısınız? Kadın cinayetleri ile mücadele diye çıkarılan yasalar sonrasında ayrılıklar, cinayetler, işkenceler daha da arttı. İyi de mücadelenin insanlara anlatılan amacında bunların azalacağı ve şiddetin bitirileceği söyleniyordu. Peki evdeki hesap neden çarşıya uymadı?
Bunun sebebini bir ya da birkaç maddede açıklamak mümkün değil elbette. Ancak bilinen bir gerçek var ki bu rezil sözleşme fıtrata yani yaratılış gerçeğine, yani Allah’ın kadına ve erkeğe yüklediği ayrı ayrı hükümlere savaş açan bir sözleşmedir. Peki bu sözleşmeyi kimler imzaladı?
İşte geldik en can alıcı noktalardan birisine. Bu sözleşmeyi Akp iktidarı imzaladı. Bu sözleşme imzalanırken kimler hangi görevdeydi tek tek yazalım. 11 Mayıs 2011 yılında imzalan Avrupa Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi. 8 Mart 2012 yılında 6251 no’lu kanun sayılarak kabul edilmiş ve anayasal güvenceye alınmış ve Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
Bu sözleşme kanunlaştırılırken; Recep Tayyip Erdoğan – Başbakan, yeni parti hazırlığındaki Abdullah Gül – Cumhurbaşkanı, yeni parti hazırlığındaki Ali Babacan Başbakan Yardımcısı, yeni parti hazırlığındaki Ahmet Davutoğlu ise Dışişleri Bakanı’dır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ise bugün Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’dir. Avrupa Birliği Bakanı ise Egemen Bağış’tır. (Kaynaklar, yazının sonunda en altta verilecektir.)
Peki kadına şiddeti engellemenin ne kötülüğü var diye sorabilirsiniz. Ancak bu sözleşmede cinsel yönelim ve kadının beyanı yeterlidir gibi suistimale tamamen açık maddeler de bulunmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin 4. maddesinin 3. fıkrasında aynen şu yazar;
Özellikle mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemler olmak üzere, işbu Sözleşme hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal menşe, bir ulusal azınlıkla bağ, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen ya da mülteci olma durumu veya başka statüler temelinde herhangi bir ayrımcılık olmaksızın Taraflarca uygulanması güvence altına alınmıştır.[2]
İşte burada bahsedilen cinsel yönelim ibaresi; kişinin eşcinsellik, biseksüellik gibi fıtrata yani yaratılışa, yani insanın doğasına aykırı olan yönelimlerin yasa ile güvence altına alındığını belli eder. Cinsel kimlik ibaresi ise; gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender olan kişilerin bunu açıkça dile getirmesi, bu kimliklere saygı duyulması ve ayrıştırıcı dilin kullanılmaması gerekliliğini yasa ile korumaya alır.
İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra Gezi Parkı eylemlerinin de sonucunda 2013 yılındaki yürüyüşe yüz bine yakın kişi katıldı. 2014 yılında ise katılım on bin civarındaydı. Yıl 2019 ve bu yürüyüşler düzenli olarak devam etmektedir. İstanbul Sözleşmesi ile birlikte; LGBT denilen topluluk bir arada hareket edebilme hürriyetine kavuştu. Organize olmaları yasal çerçeveye alındı. Bir diğer konu ise bu sözleşme sonrasında, cinsiyet değiştirme ameliyatlarının SGK tarafından, yani devlet tarafından karşılanması konusu ki, 16 Şubat 2014 tarihli Milliyet gazetesinin haberine göre;
Trans bir bireyin Trakya Üniversitesi’ne 13 Eylül 2013 tarihinde yaptığı cinsiyet geçiş ameliyatı başvurusu üstüne SGK Başkanlığı’nın İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’ne gönderdiği dilekçede cinsiyet geçiş ameliyatının SGK kapsamında yapılabilmesine onay verdiği öğrenildi.[3]
Ancak önemli bir diğer husus var ki onun gözden kaçırılmaması gerekir. İnsanlar bazen doğuştan çift cinsiyetli, yani hem erkek hem de kadın organının bir arada olduğu şekilde doğabilirler. Bu durumda olanlara İslam fıkhında; “hunsa” denilir. Hunsa ise her insanın başına gelebilecek, doğuştan gelen bir süreçtir fakat bu süreç, uygun bir şekilde düzeltilir. Hunsa hakkındaki detaylı ve doğru bilgi için resme tıklayın;
İstanbul Sözleşmesi ve LGBT’nin ne olduğunu elimizden geldiğince anlatmaya çalıştıktan sonra, LGBT ve Pedofili meselesine de değinmemiz gerekli. Ama öncesinde bir Müslüman’ın eşcinselliğe nasıl bakması gerektiğine değinmeliyiz.
Eşcinsellik, hem ruhsal, hemde fiziksel etkenler nedeniyle oluşmuş bir hastalıktır. Ancak, bu hastalık insanın bilerek ve isteyerek yani nefsine uyarak bilerek düştüğü bir hastalıktır. Bu durum, şuna benzer; insan hasta olacağını bilmesine rağmen, kışın ortasında, buz gibi bir havada yazlık elbiselerle dolaşması, kışın ortasında dondurma yemesi, dondurucu soğukta denize elbiseleriyle girme misalidir. Bu misallerden kastımız, eşcinselliğin bilerek ve isteyerek nefsani duygularla yakalanılmış bir hastalık olduğunu anlatmaya çalışmaktır. Bir diğer misal olarak eşcinselliği, uyuşturucu bağımlılığı ile de kıyaslayabiliriz. Çünkü, uyuşturucunun bağımlılık yaptığı ve nefsani olarak istendiği, herkes tarafından kabul edilmekte. Nitekim eşcinsellikte böyledir. Bu pis fiili isteyerek yapanlar hakkında, aynen uyuşturucu gibi bağımlılık oluşacağı hadis-i şeriflerde rivayet edilmiştir. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki;
“Kendi rızası ile üç defa livata yaptıran alışır, her zaman bu işi ister.” [R.Nasıhin]
Dolayısıyla İslam dininde eşcinsellik, bilerek istenilerek düşülen bir bataklık olduğu için cezası büyüktür. Lût kavmi, bu pis fiilden dolayı helak edilmiştir. Helak olmuş halde bulunan bir diğer bölge ise kayıp olan ve yakın bir zamanda bulunan, antik kent Pompei’dir. Bu bölgede de, bu pis fiilin izleri mevcuttur.
Eşcinsellik neden bu kadar şiddetle cezalandırılıyor?
Çünkü, eşcinsellik insan fıtratına tamamen aykırıdır. Eşcinsellik, toplum düzenine, aile düzenine, hatta insan sağlığına bile aykırıdır. Aynı şekilde lezbiyenlik ve biseksüellik, adına ne derseniz deyin , tüm bu saydıklarım bir sağlıklı bir şekilde karar verilmiş cinsel tercih değil, ruhsal ve fiziksel etkilerle bilerek ve isteyerek yaşanılan bir hastalık sonucu ortaya çıkan durumlardır. Dolayısıyla İslam dini, bütünü kurtarmak adına yani toplumu kurtarmak adına parçayı, yani bu hastalıklı insanları feda etmeyi her zaman telkin etmiştir. Bu açıklamalara, realist olarak ve insaflı bir şekilde yaklaşılırsa, bize hak verilmesi kaçınılmazdır. Araştırın, bu pis fiili işleyenlerin arasında, bir tane ruhsal manada sorunsuz eşcinsel, transseksüel bulabilecek misiniz? Bulamazsınız.. Çünkü eşcinseller, nefislerine zulmederek, fıtratlarına aykırı iş yaparak, hem kendini mutsuz ve kaybedenlerden yapıyor. Hem toplumu ve aileyi ifsad ediyor. Hem de tüm bu düzeni bozduğu için, Allah’ın yarattığı fıtrata isyan ettiği için, İslam dininde cezalandırılıyor.
Bugün eşcinselliğin bu kadar artmasındaki sebeplerden birisini yukarıda saydık ve ünlülerin ve medya sektörünün, bunda payının büyük olduğunu belirttik. Diğer en önemli sebepler ise medyanın buna özendirmesi ve eşcinsel insanların toplumlarda statü kazandırılarak en üst makamlara yükseltilmeye başlanmasıdır. Ayrıca devletlerin buna izin vermesi ve bu gibi kişilere evlatlık bile verilmesi, bu durumun yaşanmasına sebep olmaktır. Tabi bunların hepsi psikolojik olarak hazırlayan etkenler. Bir de fiziksel olarak hazırlayan etkenler var ki o da gıdalarla yapılanlardır. Kadın ve erkek cinsiyetinin oluşumunu östrojen hormonu belirler. Bu hormon, eğer doğacak çocuk kız olursa daha fazla salgılanır ve anne karnındaki bebeğin cinsiyeti kıza dönüşmeye başlar.
Östrojen hormonu, kadın-erkek herkeste bulunmaktadır. Ancak, bu östrojen hormonu, yetişkin bir erkeği verildiğinde o erkeğin hormonal davranışları değiştiği gibi fiziksel görünüşü de değişmeye başlar. Mesela, erkeklerin göğsü de kadınlar gibi büyümeye başlar. Bugün bunu iki yolla artık aşikare veriyorlar. Birincisi, vücut geliştirme ilaçları, ikincisi ise hormonlu, yani antibiyotik verilerek hızlıca büyüyen tavuklardır. Kim bilir, belki daha kaç besinde bu metot uygulanıyor? Bir de bir erkek aşırı kilo aldığında vücuttaki östrojen miktarı da artmaya başlar, bu yüzden kiloları vermek, ruhsal ve fiziksel olarak sağlıklı bir yaşam için gereklidir.
Pedofili ve LGBT’nin normalleştirilmesi
Erken evlenenlere ağır cezalar, evlenenlere de ağır mesuliyetler getiriyorlar. Diğer yandan zina yaşını düşürüyor, eşcinsellik ve pedofiliyi teşvik ediyorlar. Meşruyu, gayrimeşru; gayrimeşruyu meşru hale getiriyorlar. Peki, bunu neden yapıyorlar?
Bu sorunun cevabı bir yana başka garabetleri de dile getirelim. 18 yaşın altında önceden evlenmiş olanlar bile ceza alıyor. Yani hukuk geriye dönük olarak işliyor. Ama konu İslam karşıtlığı olunca buna ses çıkaran basın ve kamuoyu oluşturacak sözde kadın ve aile platformları ortada yok.
Bu olaylar ardında kasıt aranmalı mıdır? Onu bu konuları samimi bir şekilde ve İslam nazarıyla bakarak, hakkaniyetle karar vereceklerin insafına bırakıyorum. Aşağıda ise Turkuvaz Kitap Genel Yayın Yönetmeni olan Gülenay Börekçi’nin Twitter’daki floodu sizlerle. Dikkatle incelemenizi rica ediyorum. Bu bilgiler için kendisine teşekkür ederiz.
Desmond 7 yaşında drag queen olmaya karar vermiş, çünkü makyaj yapmak, süslü kıyafetler giymek hoşuna gidiyormuş. Buna engel olmaya yeltenenler de onun kendi olma özgürlüğüne saldırmış oluyormuş. Desmond ifadeleri neredeyse her röportajında tekrarlıyor. Adeta ezberlemişçesine. Bunda ne var diyebilirsiniz, videolarını görmesem ben de diyebilirdim. Ama anladığım kadarıyla çocuk, şu an ABD’deki irili ufaklı gay barlarda sahneye çıkıyor ve ağır makyajlar ve seksi kıyafetlerle dans ediyor, izleyiciler de onun sütyenine, küloduna falan para sıkıştırıyor.
Şahsen inanmakta zorlandım. Onu “Dünyanın geleceği” olarak lanse eden ABC, CNN gibi kanallardan TV sunucularının işin bu kısmını, yani çocuk işçi olarak çalıştırılmasını neden mevzubahis etmediklerini de anlayamadım. Üstelik Desmond, House of Amazing diye bir oluşum başlatmış. Drag Queen olmak istediği halde aileleri tarafından engellenen çocuklara yardım amacıyla. Nasıl yani demez misiniz? Ben diyorum. En büyük yardımcısı da annesiymiş.İşin bu kısmı ilginç. Annesinin bir akıl hocası var çünkü. Michael Allig. 70’lerde Club Kids adlı bir oluşumla New York’u kasıp kavuran pedofili yanlısı bir adam. geçen yıl Desmond’u YouTube kanalında defalarca konuk etti. Bir tanesi akıldan çıkacak gibi değil, onu linkleyeceğim.
Bu bence izlediğin en karanlık videolardan biri. Desmond Club Kids stili makyajıyla Michael Allig ve bir o kadar tekinsiz başka bir adamın arasında oturuyor. Birlikte aşırı minik fincanlardan çay içiyorlar. Allig tuhaf tuhaf gülüyor, imalı sözler ediyor.
Arkalarında Allig’in yaptığı korkunç tablolardan biri asılı. Bir çocuğun ayaklarını görüyoruz, üzerinde Rohypnol yazıyor. “Rape Drug” olaraj bilinen Rohypnol pedofillerin tecavüz eylemlerinde kullandıkları ilaçlardan. İçen kişi olanları hatırlamıyor. En karanlık kısma gelelim: 70’lerin dev şöhreti Allig o dönemde arkadaşlarından birini vahşice öldürüyor, bir hafta küvette bekletip sonra da parçalayarak çöpe atıyor. Bu ortaya çıkınca yargılanıp 17 yıl hapis yatıyor. Çıktığında gene rahat duramıyor bu kez uyuşturucudan yatıyor.
Desmond’un annesinin akıl hocası işte bu sefil yaratık. YouTube’da Desmond ile annesinin bir konuşmasını izledim. İzleyici sorularını yanıtlıyorlar. “En çok neden korkuyorsun” sorusu üzerine Desmond’un yüzü geriliyor ve “Bir seri katil tarafından öldürülmekten” diyor. 10 yaşında bir çocuk. Çoğu zaman uyuşturucu almış gibi donuk bir ifadeyle konuşuyor ve en büyük korkusunun bu olduğunu söylüyor. Ve sapık bir katil onun en yakınında. Daha garibini de söyleyeyim, bir başka röportajında Desmond, “Yakında LGBTİ’ye P harfini ekleyeceğiz” diyor.
Röportajı yapan drag birey duymamış gibi yapıp devam ediyor çaresiz. Düşünebiliyor musunuz, çocuğa LGBTİ’ye pedofilinin baş harfinin eklenmesi gerektiğini öğretilmiş. Videolar hala yayında, silen yok. Öyle bir özgürlük. Bir çocuğa söyleterek bu cümleyi şirinleştirme gayreti bu. “Dünyanın geleceği” diye sundukları çocuk için üzülüyorum sadece. İki şeyi ekleyerek bitireceğim, uzadı çünkü.
1) Pedofili yanlısı olduğunu gizlemeyen, bu konuları promote etmek için açık açık iki internet sitesi açan, HuffPost ve başka mecralara röportajlar veren bir adam var. Buraya yazmak istemeyeceğim kadar korkunç görüşleri var, karısı onun kendi çocuğuyla görüşmesini mahkeme kanalıyla yasaklamış bu yüzden. Ve bu adam ABD’de kongre üyeliğine aday olabiliyor. Burada konunun tartışıldığı bir link var.
2) Genç aktörlere sarkıntılık ettiği için suçlanan Kevin Spacey’i düşünüyorum, bir de çocuklarla seksi savunan sapkın adamların politika sahnesinde özgürce yer alabilmesini, pedofili savunucusu katillerin küçük çocuklarla imalı röportajlar yapabilmesini mümkün kılan ABD’yi.
Spacey muhtemelen suçlandığı eylemleri yaptı. Yine de acaba neyi yanlış yaptı da çok daha vahim suçlar işleyenler serbestken o hala suçlanıyor? Buna alet olmayan LGBTİ üyeleri de ABD’de bir nevi toplumdan dışlanıyor. Son örnek birkaç gün önce yazdığım şey, yani akademisyen Camille Paglia’nın başına gelenler. Başka birçok örnek daha var. Başa dönersek: Evet, gerçekten de çocukları kim koruyacak!? [4]
Pedofili yani Sübyancılık kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Yine BBC, bir pedofiliyle yapılan röportajı yayınlıyor. “Pedofililerin yargılanmaya değil anlaşılmaya ve yardım edilmeye ihtiyacı var” diyor. Aşağıda ise haberin X’teki görseli bulunmakta. Haberin kaynağı için linkte tıklayın; https://twitter.com/bbcthree/status/876115654834892803
3-) Salon gazetesi bir pedofili ile röportaj yapıyor. Pedofilik konuk 5 yaşında bir kızın fantezilerini nasıl süslediğini anlatırken “erken yaşına göre çok gelişmiş ve olgun görünüyordu” diyor. Peki nasıl oldu da pedofili “ana akım medyanın” gündemi hâline geldi? Cevabı basit: Alıştıra alıştıra!
4-) Bugün “Onur Yürüyüşleri” adıyla 8-10 yaşındaki küçücük çocuklar “cinsel obje” gibi giydirilerek dünyanın en “medeni” şehirlerinin caddelerinde yürütülüyor, dans ettiriliyor. Bu görüntü Los Angeles’tan;
5-) Burası da New York City. Video için özür dilerim. Biz bu videoyu paylaşırken bile utanç hissediyoruz ancak neyden bahsettiğimizi anlatamız gerekiyor! “Medeni dünya” bu sapık görüntüleri “özgürlük, renkler, sevgi” diye alkışlayarak izliyor.
6-) Bir LGBT grubu tarafından “süper özgürlük” diye paylaşılmış 8 yaşında bir başka erkek çocuğu. Çocuk videoda şunları söylüyor: “Bence herkes istediği her şeyi yapabilir. Eğer aileniz bundan rahatsızsa yeni bir aile bulursunuz. Arkadaşlarınız rahatsızsa yeni arkadaşlar bulursunuz.” diyor.
7-) 8 yaşında bir çocuk bunları “özgürlük kavramı” üzerine yaptığı engin araştırmaları neticesinde söylemiyor. Bunlar çocuğa ezberletilmiş. Hasta aileleri ya da LGBT dernekleri aracılığı ile verilen eğitimlerde.
8 -) Hasta ebeveynlere örnek: Brezilyalı lezbiyen bir çift. Çiftlerden birinin oğlu var. Çocuğa zorla cinsiyet değişimi ameliyatı yaptılar. Cinsel organını kestikleri 9 yaşındaki çocuk öldü. Bu vahşeti BBC görmedi bile!
Haberin kaynağı; https://summit.news/2019/06/13/brazil-lesbian-couple-who-tried-to-force-transgender-surgery-on-9-year-old-boy-stab-him-to-death/
9-) Hollanda’nın Amsterdam kentinde yaşayan bir anne, beş yaşındaki erkek çocuğunun fotoğraflarını paylaştı. Çocuk “hiç bir zaman karnımda bir bebek taşıyamayacağım” diye ağlıyormuş. Bu anne çocuğa ne yaptığını farkında mı? İşte böyle rezil insanların elinde günahsız ve suçsuz çocuklar ziyan olup gitmektedir.
Haberin orijinal kaynağı; https://www.mirror.co.uk/news/world-news/5-year-old-gender-dysphoria-14212474
10-) İngiltere’de bir okulda zihinsel engelli 17 öğrenci cinsiyet değiştirdi. Sayının yüksekliği dikkat çekti. Konunun araştırılmasıyla okulda görev yapan bir öğretmenin otistik çocuklara “yanlış cinsiyettesin” telkini uyguladığı ortaya çıktı!
Haberin orijinal kaynağı; https://www.dailymail.co.uk/news/article-6401593/Whistleblower-teacher-makes-shocking-claim-autistic.html
11-) BBC’ye ait bir video. Bir ilkokul öğretmeni 6 yaşındaki çocuklara bir erkeğin ağzından başka bir erkeğe aşk mektubu yazmalarını söylüyor. Warrington’daki bu okul LGBT öğretimi ödülü kazanmış. Ne büyük bir ödül(!) değil mi?
12-) 8 yaşında kadın görünümüne girmiş erkek çocuğunun ELLE sponsorluğunda servis edilip 10 milyon görüntülenme alması artık “normal” bir durum. Bunu eleştirmek “homofobik gericilik” oluyor! Çağımız gerçekten de çirkinlik, pespayelik ve rezillik çağı ve bu her alanda bu şekilde şekillendiriliyor.
13-) Hani birileri çıkıp “çocuklarınızı gay yapmıyorlar, gay haklarını savunuyorlar” diyerek sözde zekice argümanlar sunuyor ya: Bu haberde de “Çocuklar için kurulan Drag Kamplar gelecek neslin drug queenlerini yetiştiriyor.” Aslında mesele gelecek nesilleri yani çocukları bozmaktır. Ve artık bunu açık açık söylemeye de başladılar.
Haberin orijinal kaynağı; https://www.thestar.com/vancouver/2019/05/15/drag-camp-for-kids-nurtures-next-generation-of-queens-kings-and-things.html
14-) New York Times yazarlarından Amber Tamblyn, trans çocuklara sahip çıkmak için(!) gerçekleştirdiği bir paylaşımda kendi çocuğunu kullanıyor. Trans çocuklar için “varlığınız Amerika’nın özgürlüğü” diyor.
Sayısız örnekle çoğaltılabilecek bu rezaleti görmezden gelerek “komplo teorisi” diye anmaya devam mı edeceğiz? Ben etmiyorum ve soruyorum: Çocukları kim koruyacak? [5] LGBT muhalifliğini ve ailenin muhafazasını, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ile eşleştiriyorlar. Böylece yarın aşırı sağ Hitler gibi düştüğünde, onunla beraber aile de gidecek. LGBT muhalifi olmak, Holokost’u desteklemek gibi olacak. Aile, karşılıklı fedakarlığa ve sevgiye dayanır. Ferdî menfaate dayalı sosyalist/kapitalist cemiyet, bu yüzden aileyi yok etmek ister:
Kızların okutulmasının bu kadar teşvik edilmesinin sebebi, onları tenevvür ettirmek değil, bencilleştirip aileyi yok etmektir. Bu satırlarda bile medeniyet dedikleri o rezilliğin altında ne pislik düşünceler, ne şeytani düşünceler olduğunu akıl ve izan sahibi herkes rahatlıkla anlayabilecek durumdadır.
Yeni-Eflatuncuların hakim olduğu günümüz 1984 dünyasında, devletlerin kreşleri ve geç evliliği teşvik etmesinin sebebi ise aşağıda yazmaktadır. Onlar kadınların haklarını savunma derdinde değil. Bunu paravan olarak kullanıp aileyi yıkma derdindedir. Peki aile neden bu kadar önemli. Aile toplumun temel taşıdır. Aileler olmadan mahalle olmaz, devletler ve toplumlar olmaz. Bunlar olmayınca küresel elitlerin istediği ortam doğar ve tüm dünyayı köleliğe sevk edecek hamleleri yaparlar. Ve buna da başladılar.
Sermaye’nin tasavvur ettiği sosyalist-kapitalist dünyada aileye yer yoktur. Aile, hem Cesur Yeni Dünya’da hem de 1984’de ortadan kaldırılmıştır. İmparatorlukları yok etmek için Genç İtalya (Genç Türkler vb.) kullanıldığı gibi, aileyi yok etmek için de feministler kullanılıyor. Aslında bu konu öyle konulara kapı açıyor ki ciltlerce kitaplar neşredilse bile, kanayan bu yarayı durdurmada pek etkili olamaz.
Şu bilinmelidir ki; dünya hiç iyiye gitmiyor. Küresel bir aktör olmak için yanıp tutuşan ama bölgesel bir aktör olma konusunda bile zorlanan Türkiye’de hiç ama hiç iyi yerlere gitmiyor. Lût kavminin başına gelenler efsane değil. Hakikatin kendisidir. Türkiye’de sözde namazlı niyazlı adamlar yönetimdedir fakat LGBT’yi koruma altına alan, Allah’ın lanetlediği eşcinselliği yasa ile koruyan yine bu yönetimdir. İftira veya yalan yok, kaynaklar ortada. Hem bunu koruma altına almak, hem bunu Diyanet İşleri üzerinden eleştirmek, sizce bunu kim dikkate alır? Elbette kimse. Allah sonumuzu hayr eylesin.
Kaynaklar