Toplumun bir kesiminin Doğu Akdeniz’in neresi olduğunu bile tam kestiremediği ya da bilmediği günlere şahit olmaktayız. Aslına bakarsanız, toplumlar gündeme gelmeyen şeyleri pek merak etmez, merak etmediği için araştırmaz ve araştırmadığı için de genelde bir malumat sahibi olamaz.
Doğu Akdeniz aslında uzun zamandır dünyanın gündeminde yoktu. Ne zaman ki Doğu Avrupa’da Rus ordusu saldırganlaştı ve Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı tartışılıp yeni kaynaklar arayışına girildi, o zaman Doğu Akdeniz gündeme geldi. Zira Rusya dışında 741 milyonluk Avrupa nüfusuna ve onun dev sanayisine doğalgaz sağlayacak bilinen bir kaynak yok. Doğu Akdeniz enerjisi bu yüzden önemli. Gaz ve petrolü işleyip Avrupa’ya taşımak, bu sayede Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmak.
Son yıllarda yapılan çalışmalarla da ayrıntılar netleşmeye başladı. Petrol ve doğalgazın muhtemel yerleri, rezervlerin boyutu ve parasal açıdan karşılığı gibi konular yavaş yavaş netlik kazanıyor. Tek tek sondaj sahalarına bakmaya gerek yok, ancak bakmak isteyenler aşağıdaki infografiklerden bakabilirler. Biz daha çok konunun jeopolitik tarafına ve ülkelerin birbirlerine karşı avantaj ve dezavantajlarına değineceğiz. Tabi bu bağlamda süper güçlerin rollerini de es geçmeyeceğiz.
Yapılan son araştırmalar, Doğu Akdeniz genelinde tespit edilen doğalgaz ve petrolün piyasa değerinin (bugünün fiyatları ile) 9 trilyon 197 milyar dolar olduğunu söylüyor. Bu miktarda elbette hata payı olabilir, yapılacak yeni keşiflerle yükselebilir. Fakat bölgenin ekonomik önemini göstermesi açısından bu yaklaşık değerler bile çok önemli bir parametre. Zira bu kadar büyük bir pasta, bölge ülkelerinin birkaç neslini kurtarabilir.
Zenginlik bu kadar büyük olunca haliyle rekabet de şiddetli oluyor. Bölge ülkeleri mümkün olan en büyük payı kapmak ve diğerlerini saf dışı bırakmak için manevralar yapıp duruyorlar. Bazen bir araya geliyor, bazen birbirlerine karşı hareket ediyor, bazen birleşip tek ülkeye karşı pozisyon alıyorlar. Genelde kendisine karşı birleşilen ve dışlanan ülke Türkiye oluyor tabii. Enerji kaynaklarının miktarı ve yerleri netleştikçe ittifaklar da belirgin hale gelmeye başladı. Doğu Akdeniz’de küçük veya büyük bir tatbikatın olmadığı hafta neredeyse yok. İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan bölgede tatbikat üstüne tatbikat yapıyor, hava ve deniz kuvvetlerinin eş güdümünü arttırmak için harıl harıl çalışıyorlar. Tatbikatların ana konusu yüzen hedeflerin imhası, düşman hava savunmasının ve uçaklarının çalışamaz hale getirilmesi ve düşman donanmasının stratejik limanlarının imhası şeklinde.
Tatbikatlardan ayrı olarak bölge ülkeleri arasında silah alımları da ciddi şekilde artmış durumda. İsrail ordusu F-35 filosunu genişletiyor. Mısır ordusu Almanya’dan Meko sınıfı fırkateynler, Fransa’dan Mirage ve Rafale, Rusya’dan Su-35 uçakları, yine Rusya’dan Ka-52 ve ABD’den Apache helikopterleri aldı ya da almak için görüşmelere devam ediyor. Yunanistan ise ABD’den Kiowa helikopterleri, Predator insansız hava araçları ve F-35 jetleri almak için görüşmeler yapıyor. Ayrıca envanterdeki S-300’lerin modernize edilmesi için Rusya ile de temastalar.
Tabii Türkiye de boş durmuyor. Sık sık 3 denizde tatbikat düzenliyor ve birliklerinin savaşa hazırlık seviyesini arttırıyor. Son dönemde çeşitli insansız hava araçlarının üretimine hız verilmesi, Atak helikopterlerinin daha ağır bir modelinin geliştirilmesi, Hisar tipi hava savunma sistemlerinin test edilmesi ve yeni nesil Atmaca füzelerinin gemilere konuşlandırılmaya başlamasıyla Türkiye de ateş gücünü arttırdı. Bölgesel aktörlerin son dönemdeki silah alımları ve manevralarını inceledikten sonra artık tek tek ülkeleri ele almaya başlayabiliriz.
İsrail ve Doğu Akdeniz denklemi
İsrail Hava Kuvvetleri de bölgenin en güçlüsü. Doğu Akdeniz’de 5. nesil savaş uçağı (F-35) sadece İsrail’de var ve bu sayede herhangi bir çatışma durumunda düşman hava savunmasını çok daha kolay alt etme imkanına sahipler. F-35 filosunun sürekli genişlemesi ve sahip oldukları uzun menzilli seyir füzeleri de Türkiye için büyük tehdit. Türk Hava Kuvvetleri’nin mevcut şartlarda İsrail Hava Kuvvetleri’ne karşı galibiyet şansı yok. İsrail bu üstünlüğünü herkesten önce elde ettiği F-35 uçaklarına borçlu. Üstelik tüm bunların yanında Malatya’da bulunan Kürecik kalkanı da ayrı bir tehdit oluşturmakta.
Nicelik olarak İsrail deniz kuvvetleri pek güçlü olmasa da nitelik olarak iyi durumdalar. Özellikle gemilerden ateşlenebilen Barak-8 hava savunma füzeleri ile İsrail donanması anakaradan uzakta olsa bile seyyar bir hava savunma ağına sahip. Bu sayede Doğu Akdeniz’de düşman uçaklarının uçuşunu büyük oranda engelleyecek kabiliyete sahipler ki Türkiye maalesef bundan yoksun.
Kara kuvvetlerini değerlendirmeye gerek yok. Çünkü Doğu Akdeniz için yaşanacak olası bir çatışma -belki birkaç küçük çıkarma hariç- kara kuvvetlerini içermeyeceği için Türkiye diğerlerinden çok daha güçlü olduğu kara kuvvetleri avantajından da bu yüzden mahrum denebilir.
Güçlü yönleri olduğu kadar İsrail’in zayıf yönleri de var elbette. Türkiye elindeki askerî güçle İsrail’e ciddi bir vuruş yapma şansına sahip olmasa da akıllı bir dış politika izleyerek İsrail’in bölgede elini kolunu bağlayabilir. Çünkü İsrail’in başına sarıldığı takdirde onu hareket edemeyecek hale getirecek potansiyel belalar mevcut. Örneğin Filistin…
Geçmiş dönemde İsrail kurduğu muazzam üstünlükle Gazze’yi dilediği gibi bombalayıp Filistinliler’i istediği gibi öldürüyor, Filistin’in karşılık olarak ateşlediği ilkel roketleri de hava savunması rahatlıkla engelliyordu. Bugün bu durum değişti. Filistinliler çok daha etkili ve uzun menzilli roketlere sahipler. Salvo halinde ateşlendiği takdirde bunlar İsrail hava avunmasını felç edebilir ki bunun örneklerini geçmiş çatışmalarda gördük. İran’ın Gazze’ye yaptığı muazzam yardımlar sayesinde, Filistinliler’in ateş gücü İsrail için beka sorunu haline gelmiş durumda. Ülke toprakları küçük olduğu için de ateşlenen her roketin önemli bir yere düşüp kayba neden olma riski var.
İsrail hava savunması bu roketleri eskisi gibi kolaylıkla engelleyemiyor. Başarılı önleme oranı %25’lere kadar gerilemiş durumda. Sürekli olarak ateşlenen hava savunma füzelerinin maliyeti üst üste bindiğinde İsrail ekonomisini felç edebilir.Türkiye eğer Doğu Akdeniz jeopolitiğinde elini güçlendirmek istiyorsa Filistin’e fiili olarak yardım etmeli ve İsrail’in başındaki belayı büyütmelidir. Sanılanın aksine Türkiye’nin özellikle Akp iktidarının ilk döneminden bugüne kadar Filistin’e somut bir hayrı dokunmamıştır. Türkiye Filistin-İsrail ihtilâfını daha çok seçim edebiyatı için malzeme yapmıştır.
Zaten benim söylediklerim olması gerekendir. Türkiye hükümetinin bu saydığımız adımları atacak ne feraseti ne de niyeti olmadığını, meseleye derinlemesine bakan herkes görecektir. Bunun en yakın bariz örneği de Mavi Marmara konusunda tavır değiştirmesi ve kendi vatandaşlarının katlini sözde kuru bir özürle kapatmasıdır.
İsrail’in bir diğer baş belası da Hizbullah’tır. 2006 yılında İsrail ordusunu yenerek onun 58 yıllık yenilmezlik algısına son veren Hizbullah, aradan geçen 13 yılda ateş gücünü onlarca kat arttırdı. Suriye Savaşı’nda kayba uğrasa da gerek Rus ve İranlı subaylardan aldığı eğitim, gerek bol miktarda elde ettiği modern silahlar ve kazandığı büyük paralar, Hizbullah’ı İsrail için çok daha tehlikeli ve güçlü kıldı. Filistin’den farklı olarak Hizbullah’ın elinde gemisavar füzeler de mevcut ki 2006’daki savaşta batırılan bir İsrail gemisi de vardı.
Son olarak İran İsrail’in varlığını doğrudan ve en güçlü şekilde tehdit eden tek aktör İran’dır. Daha önce saydığım iki güç ise onun sadece yerel uzantılarıdır. İran’ın kendisi çok daha büyük ve kapasitesi çok daha yüksektir. İsrail’le çıkabilecek olası bir çatışmada (son dönemde Basra Körfezi’nde yaşanan gelişmeler bu işaretleri veriyor ama konu dışı olduğu için girmiyorum) İran’ın sahip olduğu vekil güçlerle ve sayısı yüzbinleri bulan basit ama etkili roketlerle Tel Aviv yönetimini adım atamaz hale getirme şansı var.
Özetle İsrail, bölgenin en güçlü ordusuna sahip olsa da, topraklarının küçük ve saldırıya açık halde olması nedeniyle 3 büyük düşmanı (İran, Hizbullah ve Filistin) tarafından sürekli baskı altında tutulduğu için rahat değil. Türkiye eğer akılcı bir dış politika izler ve İsrail ile Tel Aviv yönetiminin düşmanları arasındaki çelişkileri kendi çıkarları için ustaca kullanırsa, kendisine karşı oluşan Doğu Akdeniz ittifakını parçalama şansına sahip olabilir.
Mısır ve Doğu Akdeniz denklemi
97.55 milyonluk nüfusu ve yaşadığı korkunç ekonomik problemlerle Mısır, neredeyse açlığın pençesine düşecek kadar büyük bir darboğazın içinde. Darbe ile iktidara gelen Mareşal Sisi halk tarafından sevilmiyor. Sisi’ye diktatörlük yetkileri veren yasalar birer birer parlamentodan geçerken, büyük silah alımları ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı gittikçe büyütüyor.
Mısır 3 ayrı ülkenin (Fransa, ABD, Rusya) yapımı uçakları aynı anda envanterinde tutan garip bir ülke. Ordu çok kalabalık, hem eski hem yeni muazzam bir silah yığılması var. Bütün bunlar masrafları çok arttırdığı için halka harcanması gereken paralar orduya gidiyor ve bu da halkın huzursuz olmasına neden oluyor. Mısır halkı, ordunun ülke dışında girişeceği maceraları alkışlayacak kadar karnı tok bir halk değil.
Mısır donanması da yeni yeni gelişiyor. Daha önce kendini ispatlamış bir donanma olmadığı ve henüz genişleme aşamasında olduğu için Türkiye’ye doğrudan bir tehdit oluşturduğunu sanmıyorum. Mısır ordusunun da ana vurucu gücünü kara kuvvetleri oluşturuyor ve Doğu Akdeniz kara kuvvetlerinin kullanılabileceği bir yer değil. O yüzden Türkiye için doğrudan bir askerî tehdit değiller. Fakat Türkiye karşıtı ittifaka yaptıkları katkılar neticesinde Ankara’nın atacağı adımları zorlaştırma şansları var.
Öte yandan Mısır, Suudi Arabistan ve Amerika bloğunda, Mısır taraf değiştirecek ve Rusya safında yer alacak gibi izlenimler görünüyor. Bunun yanında Mısır’ın uğraştığı diğer büyük sorun IŞİD.
Sina Yarımadası’nda faaliyet gösteren IŞİD militanlarının Mısır ordusunu hedef almadığı gün hemen hemen yok. Bu haliyle Sina Yarımadası, 90’lı yılların Doğu ve Güneydoğu Anadolusu’na benziyor. Mısır ordusunun özellikle zırhlı gücü IŞİD karşısında sürekli eriyor. IŞİD’in tasması ise İngilizler’in elinde.
IŞİD militanları çöllerin içinde kontrol alanları elde etmeye ve yolları kesmeye de başladı. IŞİD tehlikesi giderek büyür ve ülkenin başka yerlerine de sirayet ederse Mısır’ın içine düşeceği kaos, Kahire yönetiminin Doğu Akdeniz stratejisine ciddi darbe vuracaktır. Gelelim Türkiye karşıtı 3’lü ittifakın hem en zayıf, hem de stratejik konumu en önemli ülkesine, Yunanistan’a…
Yunanistan ve Doğu Akdeniz denklemi
Türkiye ve Doğu Akdeniz denklemi
Türkiye’nin asıl problemi sürekli saldırılarla kara kuvvetlerini yıpratan PKK’dır. Türk ordusu PKK ile devam eden savaş nedeniyle, gücünün büyük bir kısmını Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzeybatı Suriye’de tutuyor. Bundan dolayı ülkenin batısı ve Trakya’ya yeterince kuvvet bir türlü aktarılamıyor.
Bu kuvvet aktarımı yapılır ve olası bir savaş durumunda Türk ordusu Ege ve Trakya’ya yığılırsa, PKK’nın 110.000’i aşan militan gücüyle ülkenin doğusunda alan hakimiyeti için saldırılara girişebilir. Türk Genelkurmayı bunun bilincinde olduğu için kara kuvvetlerini ağırlıklı olarak ülkenin doğusunda tutuyor. 3’lü ittifak (Mısır-İsrail-Yunanistan) bunu bildiği için, Türk ordusunun olabildiğince yıpranması ve doğuda kalması amacıyla var güçleriyle PKK’yı destekliyorlar.
İsrail’in yolladığı Spike tanksavar füzeleri gibi etkili silahlar, ne yazık ki PKK’nın elinde. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de PKK militanlarını eğiten birçok Yunan subayı var. Mısır da körfezdeki bazı Arap rejimleriyle birlikte Türkiye’nin PKK’yla mücadelesini baltalamak için elinden geleni yapıyor. Kuzey Suriye’de PKK’nın elde ettiği güvenli alanı Türk saldırısından korumak için gerekli bütün diplomatik manevraları -hem bölgesel hem küresel anlamda- yapıyor.
Türk Hava Kuvvetleri de kendini ispatlamış başarılı pilotları ve daha önce yaptığı başarılı harekatlarla rüştünü ispat etmiş bir kurum. Doğu Akdeniz’e her an müdahale edebilmek için Anadolu’da kullanabilecekleri birçok üs ve otoban var. Fakat 3’lü ittifakın hava gücü de azımsanmayacak kadar yüksek. Mısır ve Yunanistan Türkiye’ye denk, İsrail ise Türkiye’den üstün. 3’lü ittifakın dezavantajı şu ki Doğu Akdeniz’e yakın üsleri ya da uçak gemileri yok. Türk uçakları daha yakın üslerden ve ana karadan havalanma imkanına sahip.
Bir parantez de Türk Deniz Kuvvetleri’ne açmak gerekir. Son dönemdeki milli gemi projeleri ve yerli gemisavar füzeleri sayesinde Türk donanması gücüne güç katsa da, 2008-2013 arasındaki dönemde Gülen cemaatinin tecrübeli Türk amirallerini tasfiye etmesi nedeniyle çok zayıfladı.
Bu zayıflık ve kurmay subay eksikliği hala devam ediyor. 2030’a kadar bu eksikliğin giderilebileceği de meçhul. Türk donanmasının bir diğer dezavantajı da, ülkenin tek noktaya odaklanmayı imkansız hale getiren stratejik konumu. Türk donanması Karadeniz’den Akdeniz’e takviye göndermek istese, Ege Denizi dışında kullanabileceği hiçbir yer yok. Ege de bir Yunan denizi olduğu için Türk donanması Doğu Akdeniz’deki çatışmayı mevcudunun yarısı ile göğüslemek zorunda. Zira Yunan donanması ve adalardaki kara kuvvetleri, Ege Denizi’ni Türk gemilerine rahatlıkla kapatabilir. Türkiye’nin bunu aşmak için Ege Adaları ve Batı Trakya’ya karadan müdahale etmesi gerekiyor ki Yunan ordusu saf dışı bırakılsın ve Ege Türk gemilerinin geçişine açılsın.
Türkiye’nin alacağı S-400 hava savunma sistemlerine de burada ayrı bir parantez açmak lazım. 3’lü ittifakın hava savunma gücü Türkiye’den kat kat üstün. Kaldı ki Türk ordusunun Ege adaları ve Güney Kıbrıs dışında hava saldırısı ya da balistik füze atışı yapabileceği yerler yok.
Yunan ana karası, Mısır ve İsrail Türk Hava Kuvvetleri’nin vuruş menzilinin dışında kalıyor. Türkiye’nin en gelişmiş balistik füzesi olan Bora da 280 kilometrelik menziliyle düşman ana karasına ulaşamıyor. Hem Türkiye’nin düşman ana karasına havadan oluşturacağı tehdit çok küçük, hem de düşman hava savunması çok güçlü. İsrail’in elinde Patriot, Davud’un Sapanı, Barak-8 ve Demir Kubbe gibi sistemler var. Yunanistan ve Mısır’da da S-300’ler var. Türkiye’de ise uzun menzilli hava savunma sistemi yok.
S-400 alımıyla bu açık kapatılmaya çalışılacak. Fakat sanılanın aksine Türkiye’nin S-400’lerle Doğu Akdeniz hava sahasını uçuşa kapatma şansı bulunmuyor. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi İsrail’in elindeki F-35’leri S-400’lerin uzak mesafeden avlaması çok zor, ikincisi anakaraya konuşlandırılacak bir sistemin menzili Doğu Akdeniz’i kapsamıyor. S-400’lerin Kuzey Kıbrıs’a konuşlandırılma imkanı da bulunmuyor zira bu kez kolaylıkla vurulmalarının önü açılacaktır. Süper güçler de buna müsaade etmeyecektir.
Türkiye şayet S-400’ü alırsa, ancak Ege Denizi’nin bir kısımını Yunan Hava Kuvvetleri için tehlikeli bir yer hâline getirebilir. S-400’den daha fazlasını beklemek saçmalıktır.
Burada Türkiye’nin ekonomik durumuna da bir parantez açmak gerekir. Çünkü savaş en başta bir ekonomi işidir. Türk ekonomisi maalesef rant ve yağma ekonomisi olduğu, üretmekten ve marka yaratmaktan aciz olduğu için Doğu Akdeniz’de çıkacak bir savaşı göğüsleme şansı yok. 3’lü ittifakın bütün üyeleri süper güçlerden hamilik ya da destek alacak konumdayken, Türkiye’nin bu şansı bulunmuyor.
Türk ekonomisi, güçlü bir toplumsal barış ve refah yaratmak, güçlü bir sanayi oluşturmak ve etkili bir ordu kurup beslemekten ziyade ayrıcalıklı bir sınıfın kaymağı olmasıyla ünlüdür. Normal parametreler dikkate alındığında, ekonomik sıkıntılarla kıvranan Türk halkının, şu şartlarda silahlı kuvvetlerin yurt dışında girişeceği bir maceraya destek vermemesi beklenirdi. Fakat kimilerine göre milliyetçi saplantılar ve şoven hisler, kimilerine göre ise pastadaki payını kaptırmamak adına Türk halkının bu maceraya destek vereceği kuvvetle muhtemel. Zira kitlelerin bulunduğu yerde mantıktan önce duygusal hisler daha etkilidir.
Son bir ek: Türkiye savunma reflekslerini dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı konumlandırmak varken, İstanbul seçimi ve belediye rantlarını kimin yiyeceğinin kavgasını yapıyor. Bununla enerjisini tüketiyor. Türkiye’nin bu aymazlığı, İsrail’in F-35 uçakları ve Jerico füzelerinden bile daha tehlikelidir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Doğu Akdeniz denklemi
Burada Washington’u endişelendiren asıl konu, iki NATO üyesi (Yunanistan ve Türkiye) arasında çıkacak muhtemel bir savaştır. Bunun, ittifakın temel prensiplerini dinamitlemesi ve derin bir çatlağa neden olması ABD’yi korkutuyor. Onun için ABD politikasını pastadan payını almak ve Yunanistan ile Türkiye arasında çatışma çıkmasını önlemek olarak tanımlayabiliriz. ABD sanıldığı gibi Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı desteklemiyor. İkisinin savaşmasını önlemeye çalışıyor.
Rusya ve Doğu Akdeniz denklemi
Önceki dönemde Rusya, ne pahasına olursa olsun Doğu Akdeniz doğal gazının çıkarılıp Avrupa’ya ulaştırılmasını engellemek istiyordu. Fakat bunun mümkün olmadığını anlayınca politika değiştirip pastadan pay kapmaya yöneldi. Putin biliyor ki kendisi istese de istemese de doğal gaz çıkarılacak ve Avrupa’ya satılacak. Bu nedenle boş politikalar peşinde koşmak yerine Moskova yönetimi pastadan pay almak için diploması geliştirmeye başladı. Sergei Lavrov’un Nicosia’ya yaptığı son ziyaret de bunun göstergesi.
Ruslar ayrıca gerilimin taraflarına silah satıp para kazanma peşinde. Aynı anda hem Türkiye’ye S-400 satıp, hem de Yunan S-300’lerinin modernizasyonu için anlaşma yapmalarının sebebi de bu. Ek olarak Yunanistan ve Türkiye’nin savaşması, NATO’nun ortadan ikiye yarılması anlamına geldiği için Rus makamları bu senaryonun gerçekleşmesi adına da manevralar yapıyor ki konuyu dağıtmamak için onlara girmiyorum.
Toparlayacak olursak, Doğu Akdeniz’deki enerji sahaları ekonomik olarak hayati öneme sahiptir. Mevcut şartlar göz önüne alındığında, 3’lü ittifakın Türkiye’ye göre çok daha avantajlı olduğu, Türkiye’nin maalesef masanın ve sahanın dışında kalmak üzere olduğu bir gerçektir.
Kaynak; https://twitter.com/IskenderBuyuk93/status/1129019003270307840