Bir ölü kabre konulup üzerine toprak atılmaya başlandığı vakit kabir ona şöyle seslenir: “Sen benim sırtımda gezip ferahlanırdın. Bugün ise benim içimde mahzun olursun. Sen benim sırtımda çeşit çeşit yiyecekler yerdin. Şimdi ise benim içimde seni böcekler yiyecek.” Kabrin üzeri tamamen toprakla doluncaya kadar bu gibi kınayıcı sözlere devam eder.
Ölüm sonrası kabirde ilk gece
Ölüm sonrası kabirde ilk gece, hatta kabire konduğu ilk anda karşılaştığı şeyi İmam-ı Gazali, sahabeden Abdullah b. Mesud’dan naklediyor:
Abdullah b. Mes’ud (R.A.) Resûlüllah (S.A.V) Efendimize sordu: “Ya Resûlallah! Bir ölü, kabrine konulduğu vakit ilk önce karşılaştığı şey nedir?”
Efendimiz buyurdu ki: Ey Mes’ud’un oğlu! Bu soruyu şimdiye kadar bana senden başka soran olmamıştı. İlk defa ölüye muhatap olup ona seslenecek olan bir melektir ki adı Rûmân’dır. Kabirler arasında dolaşır ve ölüye şöyle seslenir:
“Ey Allah’ın kulu, amelini yaz.”Ölü der ki: “Benim yanımda kalem kâğıt yoktur.”
Bunun üzerine Rûmân der ki: “Yazıklar olsun! senin kefenin, kâğıdındır. Mürekkebin, hayat bakiyesi olan kanındır. Kalemin, senin parmağındır.” Bunları söyler söylemez hemen kefeninden bir parça koparır. Sonra kul yazmaya başlar.
Her ne kadar dünyada yazmayı bilmeyen bir kul olsa da Allah (C.C.) tarafından öğretilir. Bir gün gibi bir zaman içinde bütün iyiliklerini ve kötülüklerini yazar. Sonra melek, o yazılanları dürüp ölünün boynuna asar. O bu işlemi bitirdikten sonra kabrin azap melekleri gelirler. Onlar, sivri dişleriyle toprağı yarıp çıkan simsiyah iki melektir. Upuzun saçları vardır, yere doğru sarkarlar. Her ikisininde gök gürültüsünü andıran sesleri vardır. Gözleri, çakan çakmak gibidir. Nefesleri fırtına gibidir. Her birinin elinde demirden bir sopa vardır. Öyle ağırdır ki, bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler onu yerinden kaldıramazlar. Onunla en büyük dağa vurulsa, dağ ufalır yerle bir olur.
Nefis, bu durumu görünce korkup kaçar ve ölünün burun deliğine girer. Bunun üzerine ölü, göğüs kısmından doğru canlanır ve ölüm halindeki şeklini alır. Fakat hareket etmeye güç yetiremez. Ancak duyar ve görür. Daha sonra azap melekleri korkutarak ve eziyet ederek onu azarlarlar ve kendisine şu soruları sorarlar:
“Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Kıblen neresidir?” Hakk Teâlâ Hazretleri kimi muvaffak kılarsa, o kimse dirayetle onlara soru yöneltir ve: “sizi bana kim gönderdi?” der. Daha sonra onların sorularına cevap verir:
“Rabbim Allah’tır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Dinim İslâm’dır. Kıblem kâbedir.” Bu sözleri ancak seçkin kullar rahatça söylerler. Bunun üzerine meleklerden biri diğerine der ki:
“Doğru söyledi. Bu kadarı yeterlidir.”
Sonra melekler onu bir kubbe gibi kabrine koyarlar ve ona sağ tarafından Cennet’e bir pencere açarlar. Sonra kendisi için orayı Cennet ipeği ve Cennet kokusu ile döşerler. O açılan pencereden Cennet kokulan gelir, hafif ve tatlı bir rüzgar eser. Daha sonra en çok sevdiği bir şahsın suretinde ameli ona gelir, kendisi ile konuşup arkadaşlık eder. Kabrini bir nûr doldurur ve kendisi büyük bir neşe içinde kalır. Kıyamete kadar bu böyle devam eder.”
Yukarıda anlatılan durumdan daha düşük derecede olanlar, ilim ve ameli az olan müminlerdir. Onların, ilimden ve melekut aleminin sırlarından nasipleri yoktur. Böyle bir kimsenin ameli de Rûmân’dan sonra en güzel surette, güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak kendisine gelir. Ona der ki:
“Beni tanıyor musun?”O kimse de karşılık verir: “Tanımıyorum. Fakat sen kimsin ki, Allah (C.C.) senin sebebinle bana çeşitli lütuf ve ihsanlarda bulundu?”
– O da cevap verir: “Ben senin sâlih amelinim. Sen mahzun olma. Az sonra sana Münker ve Nekir melekleri gelecekler. Sana soru soracaklar. Sakın dehşete kapılma, korkma”
Sonra vereceği cevaplan da ona telkin eder. Bu sırada, zikri daha önce geçtiği şekilde Münker ve Nekir melekleri gelirler ve sorularını sorarlar. O da rahatlıkla cevap verir:
“Rabbim Allah’tır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Rehberim Kur’an’dır. Kıblem Kâ’be’dir. İbrahim Aleyhisselâm benim atamdır ve onun milleti de benim milletimdir.”
Melekler: “Doğru söyledin.” derler ve önce birinci derecede olanlara yaptıkları gibi yaparlar. Ancak, önce ona sol tarafından Cehennem’e bir pencere açarlar. O da Cehennem’e bakar. Oradaki yılanları, akrepleri, bukağı ve kelepçeleri, zincirleri, sıcaklığı ve irinden zakkum’a kadar orada var olan her şeyi görür, çok korkar.
Bunun üzerine melekler derler ki:
“Korkma! Sana bir kötülük yoktur. Bu senin Cehennem’deki yerin idi. Fakat Allah (C.C.) onu Cennet’teki yerine tebdil eyledi.”
Sonra onun gözlerini cehennem penceresinden çevirip kapatırlar. Üzerinden aylar, yıllar ve asırlar geçer. Fakat o, üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilemez.
Ölüm sonrası kabir azabı
İnsanlardan bazıları soruları cevaplamada acemilik çekerler. Eğer bir kimsenin inancı değişik ise: “Rabbim Allah’tır.” demekten çekinir ve Allah (C.C.)’dan başka lafızlar saymaya başlar. Bunun üzerine ona bir darbe vururlar. Bu darbeden çıkan kıvılcımla kabri tutuşup yanar. Bazı günler söndürülür. Sonra dünyada kaldığı ve yaptığı amelin durumuna göre tekrar tutuşturulur.
İnsanların bir kısmına da: “Dinim İslâm’dır” demek zor gelecektir. Bu gibi olanlar, şüpheye düşerler ve doğru cevap veremezler. Onlar, ölüm halinde iken de fitneye düşenlerdir. Meleklere doğru cevap veremeyince ona da bir darbe vururlar. Yine daha önce anlatıldığı gibi o darbeden çıkan kıvılcımla onun da kabri tutuşup yanar.
İnsanlardan bazılarına da: “Rehberim Kur’andır.” demek zor gelecektir. Çünkü o, Kur’an’ı okurdu fakat ondan ders almazdı. Kur’an’ın emirlerine ve yasaklarına uymazdı. Sağlığında insanlar onun çevresinde dolaşırlar ve ondan bilgi almaya çalışırlardı. O ise, başkalarına nasihat eder fakat kendisine bir hayn dokunmazdı. Bu sebeple ona da daha önce yapılanlar gibi yapılır. Bir darbe vurulur ve o darbeden kıvılcımla onun da kabri tutuşup yanar.
Bir kısım insanlara da: “Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm.” demek zor gelecektir. Çünkü o, hayatta iken peygamberin sünnetini unutmuş ve onu hiç hatırına getirmemişti. Bazı insanlara da: “Kıblem Kâ’be’dir.” demek zor gelecektir. Çünkü o, namazında çok defa kıble tarafını araştırmaz ve kıbleye yönelmezdi. Ya da abdestinde bir noksanlık olurdu. Yahut namazında sağa sola dönerdi. Ve yahut da rükûlarında ve secdelerinde bozukluk olurdu. Namazın faziletleri hakkında rivayet edilenler nasihat olarak sana kâfidir. Allah (C.C.), üzerinde namaz borcu olanın duasını kabul etmez. Üzerinde haram elbise bulunanın namazını da kabul etmez.
İnsanlardan bazılarına da: “ Benim atam İbrahim Aleyhisselâmdır.” demek zor gelecektir. Çünkü o, bir gün bir söz duymuş ve şüpheye düşmüştü de: “Acaba o, Yahudi miydi? Yoksa Hristiyan mı idi?” diye vehme kapılmıştı. Bu sebeple ona da diğerlerine yapılanlar gibi muamele edilecektir. Bütün bu çeşit olayların hepsini biz “İhyâ-i Ulûmiddin” adlı eserimizde genişçe izah eyledik. Yukarıda anlatılanlar, kusurlu mü’minler ile alakalı olan bölümlerdi.
Fâcir[1] olanlara gelince; Münker ve Nekir melekleri onlara da: “Rabbin kimdir?” diye soracaklar, onlar da: “Bilmiyorum” diye cevap vereceklerdir.
Bunun üzerine melekler: “Bilmez olaydın!” diyecekler ve demir sopa ile vuracaklardır. Bu darbe ile o, yedi kat yerin dibine girecektir. Sonra onu çekip kabrine çıkaracaklar, sonra tekrar vuracaklar ve bu hal yedi defa tekrar edecektir. Bazı insanların amelleri, kıyamete kadar havlayacak olan bir köpek şekline getirilecektir. Bazı insanların amelleri de domuz yavrusu şekline döndürülecektir.
İşte sokak röportajlarıyla meşhur olan Sarı Mikrofon adlı Youtube kanalından ibretlik bir videoyu sizlerle paylaşıyoruz. Dünyada rahatı yerinde bu soruyu hatırlamayan, kabirdeki dehşeti görünce, Allah’ın yardımı olmazsa, sizce bu soruyu cevaplayabilir miyiz?
Kabir azabının çeşitleri
Kabir azabı çok çeşitli olacaktır. Kişi dünyada en çok neden korkuyorsa kabrinde onunla azap olunacaktır. Pişmanlığın fayda vermeyeceği gün gelip çatmadan önce Cenab-ı Hakk’ın bizi bağışlamasını ve selamete çıkarmasını dileriz. Rivayet olunur ki, salihlerden bir kişi öldükten sonra rüyada görüldü. Ona denildi ki:
“Halin nasıl?” Şu cevabı verdi: “Birgün abdestsiz namaz kılmıştım. O sebeple Cenab-ı Allah, benim başıma bir ayı musallat etti. Kabrimde beni korkutuyor.”
Yine başka bir zat rüyada görülmüştü. Ona: “Allah (C.C.) sana ne yaptı?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi:
“Bir gün necasetten tam bir temizlik yapmamıştım. Bu sebeple Allah (C.C.) bana ateşten bir elbise giydirdi. Kıyamete kadar onun içinde kalacağım.”
Yine başka bir zat rüyada görüldü. Ona: “Allah (C.C.) sana ne yaptı?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi: “Beni yıkayan ölü yıkayıcı bir ara beni kıskıvrak yakaladı. Teneşir tahtasındaki çivilerde bana batıp tırmaladı. Ben bundan büyük acı duydum.”
Sabah olunca ölü yıkayan kimseye rüyadaki durum haber verildi. O da ölüyü bir an sertçe yakalayıp tuttuğunu itiraf etti ve: “Bu, benim iradem dışında oldu.” dedi.
Yine bir başka zat rüyada görülmüştü. Ona: “Halin nasıl? Sen ölmedin mi?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi: “Evet, ben öldüm. Şu anda iyi bir durumdayım. Ancak üzerime toprak atıldığı sırada bir taş, kaburga kemiklerimi kırdı ve bana zarar verdi.” Bu cevap üzerine kabir açıldı. Gerçekten de kaburga kemikleri kırılmış buldular.
Yine bir başka zât, oğlunun rüyasına girmişti. Ona şöyle dedi: “Ey kötü çocuk! Babanın kabrini düzelt, yağmur bana eziyet verdi.” Sabah olunca çocuk, babasının kabrine bir adam göndererek durumu incelettirdi. Giden adam orada bir su arkı buldu. Sel suları oradan gelerek kabri su ile doldurmuştu.
Yine bir A’rabi’den rivayete göre, o kimse, ölen oğlunu rüyasında görmüştü. Kendisine sordu: “Allah (C.C.) sana ne ile muamele etti?” Çocuk dedi ki: “Bana zarar verici bir şey yapmadı. Ancak ben, falanca adamın peştemalı ile kefenlenip defnolunmuştum. O adam ise fâsıktır. Bu sebepten dolayı azap çeşitleri ile beni korkuttu.”
Bu gibi haberlerde bize ulaşan olayların çoğu genelde şunu ifade ediyor ki, kabir ehli, bulundukları yerde elem ve ızdırap çekerler. Buna delil olmak üzere Resûlüllah (S.A.V.) Efendimizden şu Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:
“Diri olan bir kimsenin evinde elem gördüğü gibi ölü de kabrinde elem görür.” (Benzer ifade ile Bkz. Buharî-Cenaiz 34-Müslim-Cenaiz 17-Tirmizi-Cenaiz 24,25-Nesai-Cenaiz 14)
Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz ölünün kemiklerini kırmayı yasaklamıştır. Peygamberimiz bir gün kabir kenarında oturan bir adama rastlamıştı. Derhal o adamı bundan menetti ve şöyle buyurdu: “Ölülere kabirlerinde eziyet etmeyiniz.”
Bir gün Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, annesi Amine’nin kabrini ziyaret etti ve ağladı. Onunla beraber olan sahabeler de ağladılar. Efendimiz buyurdu ki:
“Ben anneme istiğfar etmem için Rabbim’den izin talep ettim. Fakat o, bana izin vermedi. Sonra kabrini ziyaret için izin talep ettim. Bu sefer talebimi kabul etti ve bana izin verdi. Dikkat edin! Kabirleri ziyaret edin. Çünkü onlar, ölümü hatırlatırlar.” (Kabir ziyareti ile ilgili Bkz. İbn-i Mâce-Cenaiz 47-Ebû Davud-Cenaiz 77-Tirmizi-Cenaiz 6-Nesai-Cenaiz 101-Ahmed b. Hanbel 2/441,3/23,48,5/355)
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz ziyaret için kabirlere geldiği vakit şöyle derdi:
“Müslümanlardan ve mü’minlerden diyar ehline selâm olsun. İnşaallah bizler de size katılacağız. Siz, bizim için öncüsünüz, biz de sizin için tâbileriz. Ya Rabbi, bizi ve onları mağfiret eyle. Affınla muamele eyle,bizi ve onları bağışla.” (Bkz. Müslim-Tahare 39-Ebu Davud-Cenaiz 79-Nesai-Tahare 109-İbn-i Mâce-Cenaiz 36-Ahmed b. Hanbel 2/300)
Sâlih El-Müzeni diyor ki: Ulemadan bir zâta: “Hangi sebepten dolayı kabirlerde namaz kılmak yasak edilmiştir?” diye sordum. O zât da: “Bu konuda Hadis varid olmuştur.” diyerek şu Hadis-i Şerifi gösterdi:
“Kabirler arasında namaz kılmayınız. Çünkü o, nihayeti olmayan bir hüsranlıktır.” (Ölünün kabri üzerinde namaz kılmak ile ilgili Bkz.Ebu Davud-Cenaiz 71)
Alimlerden bir zât diyor ki: “Birgün Kabristanda namaz kılıyordum. Birden gözüme, kabrinin üzerinde oturan bir adam belirdi. Tıpkı babama benziyordu. Korkarak hemen secdeye kapandım.” Yine o zâtın ifadesine göre, başını secdeden kaldırınca babasına benzeyen o kişinin azarlamalarına hedef oldu. Şöyle diyordu: “Bütün genişliğine rağmen dünya sana dar gelsin. Sen bir müddetten beri buraya geliyorsun ve namazınla bize eziyet veriyorsun.”
Sahih bir Hadis’de anlatıldığına göre Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz, babasının kabri başında ağlayan bir çocuğa rastlamıştı. Ona olan merhametinden dolayı kendisi de onunla beraber ağladı. Sonra buyurdu ki:
“Muhakkak ki ölü, ailesinin kendisi için ağlaması sebebiyle elem duyar.” (Müslim-Cenaiz 17-Tirmizi-Cenaiz 25-Nesai-Cenaiz 15) Yani böyle yapmak onu çok üzer ve mahzun eder demektir.
Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurmaktadır:
“Sizden hiç kimse yoktur ki, dünyada tanıdığı mü’min kardeşinin kabrine uğrayıp ona selâm versin de karşılığını almamış olsun. Bilâkis onu tanır ve selâmına karşılık verir.” (Benzer bir Hadis-1 Şerif için Bkz. Râmûz eI hâdis sayfa/382)
Rivayet edilir ki, fukahadan bir zât vasiyet etmeden vefat etmişti. Defnedildikten sonra gece ev halkı üzerinde dolandı durdu. Onlara şöyle dedi:
“Falancaya ziraatten bir miktar mahsul veriniz. Filancaya da uzun zamandan beri bende emanet bulunan kitabını veriniz.” Sabah olunca her biri gördüklerini birbirlerine anlatırlar. Sonra ziraat mahsulünü verdiler. Fakat kitabı aradılar bulamadılar. Buna hayret etmişlerdi. Aradan uzun bir müddet geçtikten sonra evin bir köşesinde buldular.
“Babam, evde bize yazı öğretmesi için bir öğretmen tutmuştu. Kısa bir süre sonra hocamız öldü. Altı gün sonra kabrine gittik. Allah (C.C.)’ın emrini konuşmaya başladık. O sırada yanımızdan bir satıcı geçti. Bir tabak incir satın aldık ve yedik. Çöplerini de kabrin üstüne attık. Gece olunca babamız hocayı rüyasında görmüş ve: “Halin nasıl?” diye sormuş. O da: “İyiyim ama senin çocukların benim kabrimi çöplük yaptılar ve aleyhimde kötü sözler konuştular.” demiş. Sabah olunca babamız gördüğü rüyayı ve hocanın uyanlarını anlattı ve bize çok kızdı. Bunun üzerine biz de yaptıklarımıza çok pişman olduk. Babamızdan af dileyip Allah (C.C.)’a dua ettik: “Ey münezzeh olan Rabbimiz! Hocamız bize dünyada ders verdiği gibi ahirette de bize edep dersi vermeye devam ediyor.” dedik.
Kabirdeki müminlerin dört hali
Kabir ehli mü’minler dört hâl üzere bulunurlar:
1-) Onlardan bazılan göz akıp kabre düşünceye ve ceset çürüyüp toprağa dönüşünceye kadar ayak topuğu üzerinde dururlar. Ceset tamamen toprağa dönüştükten sonra dünya seması hariç, melekût aleminde sürekli olarak dolaşırlar.
2-) Bazıları da vardır ki, Allah (C.C.) kendilerine hafif uyku gibi bir hal verir. Onlar birinci defa Sûr’a üflenip de uyanıncaya kadar Allah (C.C.)’ın kendilerine ne yaptığını bilmezler. Birinci Sûr’la beraber uyanıp tekrar ölürler.
3-) Bazıları da vardır ki, onlar kabirlerinde ancak iki veya üç ay kalırlar. Sonra Allah (C.C.) tarafından bir kuş gibi terkib edilirler ve cennete uçarlar. Sahih bir Hadis-i Şerifte şeriat sahibi Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minin soluğu, bir kuş ile beraber cennet ağacında asılır.” (Nesai-Cenaiz 117)
Yine Resulullah (S.A.V.).Efendimize şehidlerin ruhlarından sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Şehidlerin ruhları yeşil kuşların kursaklarında onlarla beraber cennet ağacında asılır.” (Benzer ifadelerle Bkz. Müslim-İmare 121-Ebu Davud-Cihad 25-Tirmizi-Tefsirussure 3-İbn-i Mâce-Cenaiz 4-Deylemi-Cihad 18-Ahmed b. Hanbel 1/266,6/286)
4-) Bazıları da vardır ki, gözleri hayata kapandığı andan itibaren yücelere kaldırılır ve sûr’a üfleninceye kadar orada tutulur. Bu dördüncü gurup Peygamberlere, velilere, seçilmiş kullara mahsustur. Onlardan bir kısmı kıyamete kadar yeryüzünde dolaşıp dururlar. Çok kere de geceleri görünürler.
Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ve Hz. Ömer El-Fârûk (R.A.)’ın onlardan olduklarını zannediyorum. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimize gelince, onun için her üç alemde de serbest dolaşma ruhsatı verilmiştir. Buna işaret olmak üzere Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Benim, Allah (C.C.)’a en kıymetli olmam, beni üç alemden daha çok dünyada bırakmasındandır.” (Ademoğulları içinde Resûlüllah (S.A.V.) Efendimizin Allah (C.C.)’a en kerîm oluşu ile ilgili Bkz. Tirmizi-Menakıb 1-Darimî- Mukaddime 8) On tane üç de otuz eder.
Hz. Hüseyin (R.A.)’da Hicrî otuzuncu yılın başında katlolunmuştu da bütün yeryüzü halkına gazap edilmiş ve kendisi gökyüzüne yükseltilmişti. Salihlerden bir zât rüyasında bunu gördü de Peygamber (S.A.V.) Efendimize:
“Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah! Ümmetin fitnesi hakkındaki görüşün nedir?” dedi. Efendimiz buyurdu ki:
“Allah (C.C.) onların fitnesini artırsın. Onlar Hüseyin’i öldürdüler ve benim ondaki hukukumu muhafaza etmediler.”
Bazıları yedinci kat semayı seçmişlerdir. Meselâ Hz. İbrahim Aleyhisselâm gibi. Hz. İsa da beşinci kat semayı seçmiştir. Esasen bütün göklerde Nebi’ler ve Resûl’ler vardır. Oradan dışarı çıkamazlar ve orayı terk edemezler. Onların, bulundukları yeri seçme hakları yoktur.
Ancak Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa Ve Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz serbesttirler. Onlar, alemlerden dilediklerinde kolayca dolaşırlar. Cenab-ı Hakk’ın veli kullarına gelince, onlardan bazıları dünya hayatındaki gibi yaşarlar. Meselâ Ebu Yezid’den rivayet olunduğuna göre o kendisi, Arş’ın altında kurulan sofradan yemektedir. işte kabir ehli çeşitli hallerle hallenirler. Kimisi azap olunur. Kimisi merhamet olunur. Kimisi aşağılanır. Kimileri de ikram olunurlar.
Dünya hayatı son bulup ölüm ile kendilerinden intikam alınanlara geniş yerler daraltılır. Bazen de gözünden perde kaldırılır. O, onları görür ve durumunu anlar. Ben, gözünden sır perdesi kaldırılmış keşif ehli bir zât görmüştüm. O zât, ölmüş olan oğluna baktı da sanki bayılmış gibi olan ölünün ayıldığını gördü. Bu gibi melekuti şeyler, ancak Cenab-ı Hak’ın lütf-u keremine ulaşmış olanlara ve onların yolunda gidenlere malum olur. içine daldığımız sır deryasından bize de bolca nasib etmesini Allah (C.C.)’dan dileriz. Tâ ki, bu sayede şek ve şüpheler tamamen yok olup gitsin.
İnsanların kabirdeki durumları
İnsanların iman ve amel derecelerine göre durumları ortaya çıkar. Bazıları sadece cuma ve bayramları bilirler. Bir kişi ölüp dünyadan ayrılınca vazifeli melekler onun çevresinde toplanırlar ve onu tanırlar. Bazı insanlar hanımlarından dolayı sorguya çekilirler. Bazıları babalarından dolayı, kimileri de çocuklarından dolayı sorguya çekilirler. Her biri onlara karşı vazifelerini yapıp yapmadıklarından sorulur.
Belki de en yakınlarımızdan biri öldüğü vakit onların hiçbiri onları felakete düşürecek şeyden korumaya çalışmazlar ve böylece o da Yahudi veya Hristiyan olarak ölüp onların askerlerinden olur! Rivayet olunur ki, bir zât rüyada görülmüştü. Ona:
“Allah (C.C.) sana ne ile muamele etti?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi: “Ben, falan ve filan…” böylece beş kişinin adını saydı ve büyük nimetler içinde olduklarını söyledi. O zât ve arkadaşları Haricîler tarafından şehid edilmişlerdi. Daha sonra en yakın bir komşusunu sordular: “Allah (C.C.) ona ne muamele etti?” Bu soru üzerine şöyle dedi:
“Biz onu hiç görmedik. O kötü kişi kendisini denize attı ve boğularak öldü. Zannedersem o, intihar edip canına kıyanlarla beraberdir.” Buharî’nin Sahih’inde rivayet olunduğuna göre Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim kendisini bir demirle öldürürse (intihar ederse) Kıyamet günü o demir parçası elinde olduğu halde gelir ve cehennemin ortasında onunla vurulur. Ebedî olarak da orada kalır. Kim de bir dağdan aşağı kendisini atıp intihar ederse, o kimse de cehennem ateşine atılır.” (Buharî-Cenaiz 83, Edeb 44-Müslim-İman 175-Tirmizi-Iman 16-Nesai-Iman 7-Ahmed b.Hanbel 2/254,4/22)
Rivayet olunur ki, Hz. Mûsa Aleyhisselâm, Hz. Adem Aleyhisselâm’a rastladı ve ona şöyle dedi:
“Ey Adem! Cenab-ı Hakk, kendi kudret eliyle seni seçip halife kıldığı, kendi ruhundan sana üflediği, seni kıble ittihaz ettirip melekleri sana secde ettirdiği ve seni cennetine koydurduğu halde sen niçin ona isyan ettin?”
Hz. Adem, ona şu cevabı verdi: “Ey Musa! Sen de Cenab-ı Allah’ın konuşmasına mazhar olmuş bir kimsesin. Sana Tevratı indirdi. Sen o Tevratta görmedin mi ki: “Adem Rabbine âsi oldu.”yazmaktadır.”
Hz. Musa: “Evet” dedi.
Hz. Adem: “Bana taktir olunan suç, vukuunda kaç sene önce Levh-i Mahfûz’da yazılmıştır?” diye sordu.
Hz. Musa cevap verdi: “Sen o fiili işlemeden elli bin yıl önce yazılmıştır.” Bunun üzerine Hz. Adem dedi ki: “Ey Musa! Ben o fiili işlemeden elli bin yıl önce takdir olunan bir suçtan dolayı beni kınıyor musun?”
Buharî’nin rivayetine göre Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz İsra ve Mi’rac gecesi Peygamberlere imam olmuş ve onlara iki rekat namaz kıldırmıştır. Efendimiz o gece pek çok Peygamberle selâmlaşmıştı.
Hz. Hârûn Aleyhisselâm’a selâm vermiş, ona ve ümmetine rahmet dilemiştir. Yine Hz. İdris Aleyhisslâm’a selâm vermiş, ona ve ümmetine de rahmet dilemiştir. Oysa ki, onların hepsi bu dünyadan göçmüşlerdi. Onlar ancak bir çeşit melek hayatı yaşamaktadırlar. Bu hayattan sonra ikinci bir hayat vardır. Birinci hayat ise, onları, nefisleri üzerine şehadet ettirdiği gündür. Hakk Teâlâ buyurdu ki:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da: Evet sen bizim Rabbimizsin. Şâhid olduk dediler.”(Bkz. A’raf 7/172) O hayat, dünyevi hayattan sayılmaz. Çünkü o, çeşitli nimetlerle donatılarak emre amade kılınmıştır.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki: “İnsanlar uykudadırlar. Ancak öldükleri zaman uyanırlar!” (İnsanların gaflet uykusunda olmalarına rağmen Resûlüllah (S.A.V.) Efendimizin kalbinin uyanık oluşuna dair Bkz.Tirmizi-Edeb 76)
İşte dünya hayatına gözlerini yumduktan sonra ölülerin halleri böyledir. Bazıları bir yerde mekân tutup kalırlar. Bazıları kendilerine verilen ruhsatla dolaşırlar. Bazıları dövülür, Bazıları azap olunur. Bütün bunların doğruluğuna Cenab-ı Hakk’ın şu ayet-i kerimesi delalet etmektedir:
“(Azab çeşitlerinden biri de) ateşdir ki, onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)” (Mü’min 40/46)
DİPNOTLAR
1-) Sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” anlamındaki fecr veya fücûr kökünden türeyen bir sıfat olarak “dindarlık perdesini yırtan, fütursuzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse” gibi mânalar taşır. Bazı hadislerde yalan söyleyen, zina fiilini işleyen, Kur’an’ı okuduğu halde başkalarını ondaki buyruklara uymaya çağırmayan, yalan yere yemin eden, insanları aldatan ve faizcilik yapanların fâcir oldukları bildirilerek kelime “günahkâr mümin” anlamında kullanılmış (Müsned, I, 135; III, 37, 428; V, 455; VI, 321; Buhârî, “Aḥkâm”, 30, “Ṣalât”, 32, “Cihâd”, 44), bir kısmında da cennete sadece müminlerin gireceği, fâcirlerin cehennemlik olduğu (Buhârî, “Cihâd”, 182), Kur’an okuyan fâcirin kokusu güzel, tadı acı, Kur’an okumayan fâcirin ise kokusu bulunmayan, tadı da acı olan bitkiye benzediği (Buhârî, “Tevḥîd”, 57), ölen müminlerin dünya sıkıntılarından kurtulduğu, ölen fâcirlerden ise dünyadakilerin kurtulduğu (Müslim, “Cenâʾiz”, 61) belirtilerek fâcire “kâfir” veya “münafık” anlamı verilmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Osman Karadeniz, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:12 İstanbul 1995, Fâcir maddesi, S.71-72)
KAYNAKLAR
Osman Karadeniz, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:12 İstanbul 1995, Fâcir maddesi, S.71-72. 27 Şubat 2019 tarihinde https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/12/C12004380.pdf adresinden erişildi.
Gönderme (KARADENİZ, 1995)
Gönderme
(GAZALİ K.S)