İbn Ebü’l-Fazl el-Mürsî (rahimehullah) demiştir ki: “Kur’an, öncekilerin ve sonrakilerin ilmini içinde toplamıştır; şöyle ki onlan hakiki bir ilimle ancak Kur’an’ın sahibi Allah bilir.
“Eğer devemin bağını kaybetsem, onu (nasıl bulacağımı gösteren ilim ve işaretleri) Kur’an’da bulurdum.” [1]
Sonra, Kur’an’ın ilimlerini sahabe-i kiramdan güzel bir şekilde tabiin aldı. Onlardan sonra himmetler zayıfladı, azimetler gevşedi, ehl-i ilim azaldı. Daha sonra gelenler, sahabe ve tabiinin kendilerine taşıyıp aktardıkları Kur’an’ın ilimlerini bütünüyle taşımaktan aciz kaldılar ve onun ilimlerini çeşitli kısımlara ayırdılar. Her grup kendi alanına ait ilimleri ayakta tutmaya yöneldi. Bu alanları şöyle özetleyebiliriz: Kıraat, belagat, sarf-nahiv, akide, fıkıh, kıssa, icaz, hikmet, ibret-öğüt, ferâiz (miras). [2]
Âlimler içinde bir grup da Kur’an’ın gizli sırlarına ve işaretlerine yöneldi. Onun lafız ve manalarından birtakım ıstılahlar ortaya çıkarttılar; fena, beka, huzur, gaybet, üns, kabz, bast halleri gibi. [3] Hakikat ve işaret ilmine sahip arifler, bu ilimleri sadece ayet ve hadislerin lafzından değil, onları bizzat yaşayarak ve hakikatine ulaşarak elde ettiler ve ona “tasavvuf ilmi” dediler. Bu ilme sahip olanlar, Allah Teâlâ’nın ve resulünün kelamına ait yaptıkları tefsir ve açıklamalara “işaret tefsiri” ismini verdiler. [4]
Dipnotlar:
1-) Süyûti el-itkân, 2/1027-1028
2-) Süyûti el itkân, 2/1028
3-) bk. Süyûti el itkân, 2/1025-1030. Mana, el-itkân’a göre verildi ve bir önceki makalede tefsir alanları geçtiği için burada isimleri zikredilerek verildi (Mütercim)
4-) İbni Acibe’nin bu kısımda yaptığı nakiller, İşari/Tasavvufi Tefsir Nedir? başlığı altında verildiği için burada tekrarlanmadı.