Dünyada en yüksek intihar oranına sahip ilk ülke olan Güney Kore’de halk bununla mücadele edebilmek için sıra dışı bir yönteme başvuruyor. Günde ortalama 40 kişinin intihar ettiği ülkede açılan toplu terapilerde intihara meyilli olan kişilerin tabuta konarak, ölümün nasıl bir his olduğunu hissetmesi sağlanıyor. Hayatlarının ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlayabilmek isteyen yüzlerce Güney Koreli, “ölmeden önce ölüm hissini veren” kurslara katılıyor. Katılımcıların hayatının anlamını değiştirmeyi ve kendilerini tanımak için bir şans tanımalarını sağlamayı vaat eden kurs kapsamında kendi cenaze törenlerine uygun giyinip hazırlanarak bir tabuta giriyor. Kursların intihar oranlarının en yüksek olduğu yaş grupları olan 20’li, 30’lu ve 40’lı yaşlardaki kişilerde başarılı sonuçlara ulaşıldığı belirtiliyor.İntihara karşı tabut terapisi
Jeong Yong`un, açtığı rehabilitasyon ve eğitim merkezinde, gençlere ölüm deneyimi yaşatarak onların hayata bağlanmalarını, ölümü istemekten vazgeçmelerini sağlamaya çalışıyor.
Gençler, kendi tabutlarının başında müzik eşliğinde Ölüm Meleği’nin gelmesini bekliyorlar. Jeong Yong daha sonra ışıkları loşlaştırılan salonda gençlere yaşamın güzelliği üzerine kısa bir konuşma yapıyor ve gençler Güney Kore geleneklerine göre kefenlerini giyerek, ellerinde resimleri ile birlikte tabutlara giriyorlar.
Gençler tabuta girdikten sonra tabutların kapakları kapatılıyor ve gençler en az 10 dakika karanlıkta tabutun içinde yalnız başlarına kalarak, ölüm duygusunu yaşıyorlar. Bu esnada dışarıda ise yine Güney Kore gelenekleri uyarınca cenaze merasimi yapılıyor ve gençler tabutun içinde kendileri için yapılan cenaze törenini, duaları ve konuşmaları duyuyorlar.
10 dakika sonra tabut kapakları açıldığında tabuttan çıkan gençlerin bazılarının ağladığı, bazılarının kan-ter içinde ve ürkmüş oldukları gözlenirken, kendilerine sorulan ölüm mü, yaşam mı sorusuna tabuttan çıkan gençlerin hemen tamamına yakını “kesinlikle yaşam, tabutta ölümü tattım ve yenilendim, yeniden hayata bağlandım, ölümü aklıma bile getirmem, kendimi öldürmeyi ise asla bir daha aklıma getirmem” yanıtını veriyor.
Ölüm deneyimi seansı bittikten sonra Jeong Yong, gençlere yaptigi kisa konusmada onlara dünyaya ve yaşama yeniden dönmenin tadına varmaları, mutlu olmaları gerektigini ve hayatta hiçbir şeyin yaşamdan daha önemli olmadığını belirtiyor ve sonra kendilerine sertifikalarını takdim ediyor.
Peki insanlar neden intihar ediyor?
İnsanlar, dünyaya gelme ve yaratılış gayelerinden bihaber olduğu zaman böyle sıkıntıların ortaya çıkması gayet doğaldır. İnsan nefsi yaratılış gayesini unutsa, hatırlamasa bile, ona bahşedilen ruh, bu gayeyi unutmaz, bu gaye için didinmek ister. Ancak, insanoğlu iradesiyle birlikte nefse karşı çıkarak ruha yardım etmezse, zamanla o ruh nefsi emmarenin boyunduruğuna girer. Nefsi emmare; terbiye edilmemiş ve sürekli kötülüğü emreden nefis mertebesidir. Böyle bir nefsin ise insanı helaka götüreceği muhakkaktır.
Bu insanların intiharı düşünmelerinin sebebi, ruhu besleyecek manevi gıdadan eksik olmaları, o manevi gıdanın kaynağı olan İslam dininden uzak olmalarıdır. O manevi gıda ise en güzel bir biçimde hak olduğu bilinen bir tasavvuf ve tarikat yoluna intisab ederek alınan şekildir. Tarikat ve tasavvufun İslamdaki yerini delillerle öğrenmek için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:
İnsan, sadece beden denilen et ve kemik parçası değildir. İnsana nefs ve ruhta verilmiş olup, iradeni ve aklını kullanarak, nefsi terbiye etmek ve nefsi ruhun emrine vermeye çalışmalı, ömrünü bu gaye ve amaç ile tüketmelidir. Aksi takdirde Allah’ın yardımı olmazsa, son nefeste imanlı olarak ölmek gerçekten çok zordur. Allah, bizlere, yani tüm insanlığa göndermiş olduğu yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; “insanları ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım” buyuruyor.
İnsan iradesi ve nefsi bunun farkında olmasa da ruh, bu durumun farkındadır. İnsan ruhunun hasta olmasının sebepleri vardır. Bu ruh hastalıkları; kin, hased, intikam gibi yıkıcı hastalıklardır. Bu hastalıkları ve bu hastalıklardan kurtulmanın yolunu birçok tasavvuf alimi kitaplarında açıklamıştır. Ebu Leys Semerkandi hazretlerinin Tenbihül Gafilin adlı kitabında bu hastalıkları 24 başlık altında toplamış ve bunların nasıl gidereceğini çok güzel bir şekilde açıklamıştır.
İnsanlara bazen sebepsiz bir şekilde hüzün çöker. Aslında detaylı düşündüğünde neden üzüldüğünün sebebini kavrayamaz ve bu üzüntüye anlam veremez. Bu durum gayrimüslimlerde olduğu gibi Müslüman hatta beş vakit namazında olan insanlarda bile yaşanabilir ve yaşanmaktadır da…
Bunun sebebini tasavvuf yollarından olan Melamilik mürşidi ve büyük sofilerden olan Ebû Osman Hîrî d. 844 – ö. 910 (rahmetullahi aleyh) şöyle açıklamıştır:
“İnsanların içine nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker? ” diye sorulunca; “Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz.”
İşte o büyük Allah dostu, durumu bu şekilde açıklıyor. Yine bu sebepsiz üzüntü bir Müslümana verilirse, tıpkı bela ve musibetler gibi bu üzüntü de günahlarına kefaret olacağı da bazı nakillerle bizlere bildirilmiştir.
Peki bu konu anlatılırken tasavvuf ve tarikatın buradaki yeri nedir diye sorabilirsiniz. İnsan yalnız bu dünya için yaratılmamıştır. Asıl gayesi ebedi alem olan ahiret hayatını kazanmak amacı için, yani ahiret için yaratılmıştır. Ancak bu durum hayattaki koşuşturmalarımız sebebiyle farkedilemiyor veya geri plana atılıyor. İşte asıl sorunda burada başlıyor.Tasavvuf insana yalnızca dünya olmadığını, bir de ahiret hayatının bulunduğunu sözle değil hal yoluyla anlatır ve tatbik ettirir. Nitekim Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellemin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ölmeden önce ölün tavsiyesi vardır. Hadisin tam metni şöyledir:
“Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29; İbn-i Hâcer el-Askalânî: “Senedli, vesikalı bir hadis değil derim” demiş, Ali el-Karî ise: “Mânâsı doğrudur” demiştir.)
Bu hadis-i şeriften ne anlamalıyız? Tasavvuf erbabları bu hadis-i şeriften nefsi terbiye etmenin gerektiğini ve bu terbiye içinde ağızların tadını gideren, nefsi körelten ölümü çokça hatırlamayı çıkarmış ve bunu günlük virdlerine eklemişlerdir. Günlük tarikat derslerinde rabıtanın yanısıra tefekkür-ü mevt, yani ölüm halini düşünmeyi, yani insanın ölümünden sonra hesap vermesini, mezara girene kadar yıkanıp kefenlenmesi, münker-nekir meleklerinin gelerek kabir sualini düşünmesi gibi bir süreci barındırır.
İşte bu düşünce, insanı sadece maddiyat olmadığını ve maneviyatında olduğunu hatırlatarak, gereksiz üzüntülerden, dünyalık boş işlere üzülmekten bir nebze olsun alıkoyar. Ayrıca hakiki manada ölümü düşünen ve Allah’tan korkan insanın günah işlemesi zorlaşır ve adımlarını daha dikkatli atar.
Ölmeden önce ölmek, nefsin boş heva ve isteklerinden vazgeçmek, şehveti dizginlemek ve nefsi terbiye ederek, sadece Allah’ın rızasını istemek, dünyalık veya ahiret nimetlerden vazgeçmektir. Bu en yüksek mertebe ve makamdır. Bu makama çıkan Allah dostlarının gayesi her an Allah ile beraber olmak, Allah’ın rızasını kazanmaktır. İşte ölmeden önce ölmek demek budur.
İşte böyle olan insan, hiç ona emanet edilen cana hainlik ederek canına kıyar mı? Böyle yaşayan ve bu şekilde nefsini terbiye eden de herhangi bir dünyalık tasa ve hüzün olur mu? Böyle insan depresyon, panik atak gibi ruhsal hastalıklara yakalanır mı? Elbette yakalanmaz. İslam; hayattır, nizamdır ve ferahlıktır. Bu güzellikler, artık ayan beyan ortadadır. Ancak, araştırıp doğru yolu, yani İslam’ı bulmak, aklını kullanmak, insanın cüz-i iradesine bırakılmıştır. Artık hak ve batıl açıkça ortadadır. Ama görmek istemeyenlerin gözüne soksanız da gösteremezsiniz.