Firavun dedikleri kimsenin adı; “Kabus” idi. Kabus, Mu’sab’ın oğlu Musab’da Reyyân’ın oğludur. Bunun kıssası, Arâf sûre-i celilesinin tefsirinde beyan olunmuştur. Kabus, Mısır’a sultan olduğundan dolayı adı Firavun oldu.
* Mısır ülkesinde padişah olanlara; “Firavun” derler.
* İran ülkesinde padişah olanlara; “Kisra” derler.
* Rum ülkesinde padişah olanlara; “Kayser” derler.
* Çin ülkesinde padişah olanlara; “Fagfur” derler.
Bu sebeple, Kabus’a Firavun dediler. Bu Firavun dedikleri önceden karpuz satan cimri bir kişiydi. Pazarda dilim dilim karpuz keser; “Bir dilimi, bir pula” diye bağırarak satardı. Topladığı karpuz çekirdekleri ile damlar doldurmuştu. Ondan sonra, Mısır’da birkaç yıl karpuz yetişmedi, kıtlık oldu. Kabus, bir kaşık dolusu karpuz çekirdeğini bir akçeye sattı. Çok mal cem’etti.(topladı.) Sonunda o mal gibi aşağılık bir sebeple Mısır’a sultan oldu. 400 yıl yaşadı. Gayet yüksek bir köşk yaptırdı. O köşke, atla çıkar ve inerdi. Yokuşu çıkarken atının arka ayakları, inişe geçince ön ayakları uzardı. Bu sebeple:
” Ben sizin benden gayrı ilahınız olduğunu bilmiyorum “ (Kasas suresi 38.ayet meali) dedi ve övündü.
Kırk yıl sonra da; “Ben, sizin yüce Rabbinizim” (Naziat suresi 20.ayet meali) demeye başladı.
Âlemlerin gerçek Rabbi ve mürebbisi ve mâliki olan Allah azze ve celle hazretlerinin kullarına lûtfu ve keremi çoktur. Buyurur ki:
– Eğer Firavun; Ene Rabbüküm-ül-Â-lâ (Ben sizin yüce Rabbinizim) yerine bir kere Sübhane Rabbiyel-â’la deseydi. İzzetim hakkı için onun bütün hatalarını affeder ve cennetime koyardım.
İmam-ı Gazali rahimehullah buyurur; “Her nefsi emmârede, bu kibirlilik davası gizlidir. Amma Firavun, bunu açıkladı.” Kibirliliği terk etmek gerektir ki, kibirlinin yeri cehennemdir. Nitekim, Hak teâlâ buyurur:
“Büyüklük ridam ve azamet izarımdır. Kim ki, onlardan birisini benden alırsa, onu cehenneme atarım.”
Firavun kibiri yüzünden Hz.Musa’yı öldürtmek için yetmiş iki bin oğlan çocuğunu öldürttü. Firavunun sakalı sekiz karış ve yeşil, boyu da yedi karış idi. Mısır’da Nil ırmağına; “Bu nehirler benim altımdan akar” derdi.
Ey Aziz: Buna istidraç derler ve bu gibi şeyler insanı Allah-u teâlâ’nın ukubetine(cezasına) uğratır. Bu hal dervişlere de vaki olur. Her neye emredip hükmetse öyle olacağı zannı gelir. Fakat, dervişler bununla mukayyet (bağlı kalmaz) olmazlar. Zira; bu murad için olursa istidraç olur. Bu kitabın daha sonraki bahislerinde istidraç neye derler, keramet neye derler, velâyet neye derler, inşa’Allahu teâlâ açıklanacaktır.
Evet, Firavun bu istidraca inandı ve dünyaya haris oldu ve bu istidraç ile İlahlık davasına kalkıştı. Keremi çok Allah azze ve celle hazretleri, İlahlık davası edene de muradını verir. Önceki bahislerimizde, dünya Allah’ın düşmanı, nebilerin düşmanı, velilerin düşmanı ve kafirlerin de düşmanıdır demiştik. Zira, kafirler istidraca aldanır ve sonunda imansız ahirete giderler.
Bu dünya dedikleri zehirli bir yılandır. Her kim, ona yakın olursa, sonunda onu sokar ve zehirler. O halde, akıllı olan kimseler bu dünyanın azından ve çoğundan geçerler ve bilirler ki, bu dünya ile çıkışmak o ifrit yılanla çıkışmak gibidir. Yılanın birisinin koynuna girdiği halde ona zarar vermediği pek nadirdir. Meğer ki, yılancı olsunda sokar sokmaz ilaç ile tedavi eylesin. Dünya da insana saldırıp muhabbet zehrini bırakmak istediği zaman ilacı onu fakirlere dağıtmaktır, ikisini bir araya getirmemektir.
Kaynak: Müzekkin-Nüfus, Eşrefoğlu Rûmî(k.s), Salâh Bilici Kitabevi Yayınları: 38, Sayfa: 85-87