Kısım 5: İnsan kalbindeki kötü ahlakın, hayvan suretlerine benzemesi. Hece harfleriyle olayların ve rüyaların tabiri…
Ey Aziz! Marifeti ehli diyorlar ki :Alemde yaratılan bütün hayvanların şekil ve suretlerinin benzerleri, insanda da mevcuttur. İnsandaki kötü huylar ve ahlak, hayvanlara benzemesinin alâmetidir. Bunlara şöyle misal vererek daha kolay anlaşılmasını temin etmeye çalışabiliriz.
Nefsin görüntüsü
Nefsin görüntüsü çeşit çeşittir. Kibir kaplana benzer, saldırgan olan bir adamın sureti aslana, kıskanç olan bir adamın sureti de kurda benzer. Bunun açık misali, Hz. Yakub’un gördüğü rüyadır. Hz. Yakup, çok sevdiği oğlu Hz.Yusuf’u sevmesini çekemeyen diğer oğulları tarafından kendisinden uzaklaştırılmasından evvel, onların oğlu Yusuf’a bir kurt misali saldırdıklarını rüyasında görmüştü. Bunun içindir ki, çocukları kardeşleri Yusuf için :
– Onu bizimle gönder, dediklerinde, onlara :
– Onu kurdun yemesinden korkuyorum, demiş ve onu götürmelerine engel olmayı arzulamıştı.
(Not:Bu kıssa ile ilgili olarak Kur’an’da Yusuf süresinde geniş açıklama vardır.)
Kalbinde öfke ve kini olanın sureti köpeğe,
Hilekâr olanın ki tilkiye,
Aldatıcının ki tavşana,
Ferc’e (kadınlık organına) aşırı şehvet duyanın ki merkebe (eşeğe),
Arkadan cima’da bulunanın ki domuza,
Kadın şehvetinin ki koyuna,
Çok yiyenin, yani obur olanın ki ineğe,
Tamahkâr olanın ki karıncaya,
Cimri olanın ki fareye,
Kindar olanın ki deveye,
Zevk halindeki olanın ki kırmızı devenin suretine benzer.
Düşmanlık edenin sureti yılana,
Üzen ve incitenin ki akrebe,
Vesvesenin ki de sarı arıya benzer.
Bu husus daha çok devam eder ve diğer huyların suretleri de diğer hayvanların suretlerine benzer. Kötü huylardan birine galip gelen gönül, kendisini rüyada o hayvanın suretine galip görür.
Mesela, kadınlık organı olan ferce fazla şehvet duyan gönül, rüyada kendisini merkebe binmiş halde görür. Eğer bu şehvete mağlup olursa rüyasında kendisini merkebin altında imiş gibi görür. Bu ve buna benzer diğer huylar da bununla kıyaslanabilir ve anlaşılabilir. Kainattaki mevcut varlıkların hepsi insanın dışında ve içinde şekil bulmuş ve duruma göre keyfiyet kazanmıştır. Ahlakını güzelleştiren bir kalp, saf ve tertemiz bir ayna olur ve her şeyi kendisinde bulur, saf ve temiz olmayan gönül ise uyku halinde bütün geçmişini ve geleceğini, her şeyini rüyasında görür.
Kısım 6: Âlem ile nefsin birbirine uygulanması, insan âleminin büyük âlemin suretinden ayrı olması
Ey Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:
Nefis âlemi her yönden görünen âleme uymuştur. Çünkü bütün âlemin cüzlerinden bir kısmı açık, bir kısmı da gizlidir. Açık olanlar dokuz felekler dört unsur ve üç oluştur. Kapalı olanlar ise on akıl ile dokuz nefistir. Aynen bunların açık, kapalı olması gibi insanın da içi ve dışı vardır. Bütün beden uzuvları dış kısmını, bütün eşyayı idrak eden on duygu ise içini meydana getirir. Bu hal insanın bütün âlemin bir kitabı durumundadır.
Alemdeki her şeyin bir benzeri insanda da vardır. Şu halde insan küçük bir âlemdir ve büyük âlemdeki felekler ve unsurların örnekleri onda mevcuttur. Bu husus birçok kez açıklanmıştır. Ancak insan denilen küçük âlem, hey’et yönünden büyük âlemin zıddıdır. Çünkü büyük âlemin dış yüzü her tarafı saran Atlas Feleğidir ki, buna dinî terimlerde Arş-ı A’zam, yani en büyük arş denilir.
Onun içinde bulunan Burçlar Feleğine de Kürsî denilmektedir.
Onun içinde Zühal gezegeninin feleği ve sonra da sıra ile birbirinin içinde olmak üzere Müşteri, Merih feleği vardır. Merih feleğinin alt kısmında Güneş ve onun altında da sıra ile Zühre, Utarid vardır. Utarid’in içinde Ay, onun içinde hava küre, onun içinde su küre, onun içinde de toprak küre, yani arz vardır.
İşte büyük âlemin kuruluşu, düzen ve sureti böyledir. Ancak insan âleminin kuruluşu düzen ve sureti ona uymayıp tamamen onun zıddıdır. Çünkü insan bedeninin dış çemberi toprak olup, bedenin cildini meydana getirir. Cildin altında (iç kısmında) su vardır ki bu da kandır.
Kanın içinde de hava vardır ki bu da insanın yaşamasını temin eden can buharıdır. Bu havanın iç kısmında ateş vardır ki bu da yürekteki hayvani ruhtur. Bu ruhun içinde yedi kat sema vardır ki bu da kalbin yedi türlü hareketi ve tavrıdır.
Kalp içerisindeki mevcut ruh da İnsani ruhtur ki, bunun dışı Kürsî, içi Rahman olan Allah’ın arşıdır. Çünkü marifet ehlinin kalbi Allah-u Zülcelâl’in evi durumundadır. Nitekim bununla ilgili olarak bir hadisi kutside:
Cenabı Hak buyruyor ki :
«Ben yerlere sığmam, göklere sığmam, fakat takva sahibi mü’min kulumun kalbine sığarım.»
Bu hadis insan ruhunun âlemlerin en büyüğü olduğunu göstermeye yetmez mi? Bu demektir ki insan ruhu manevi yönden büyük bir âlemdir. Her ne kadar insan görünüşte küçük bir âlem ise de mânâ yönüyle büyük bir âlemdir. Kendisi beden yönünden Hz. Adem’in evladı ise de ruhi yönden âlemin babası sayılır.
Her ne kadar dünyaya gelişi diğer varlıklardan sonra ise de Huzuru İlahide bulunması bütün varlıklardan daha evveldir. Büyük âlem kolları ve cüzleri ile büyük ağaç durumundadır ki insan âlemi ondan meydana gelmiş bir meyvedir. Alemden kasıt, yani âlemin yaratılışının gayesi, insanlık âlemi olup, insan büyük âlemin meydana gelişinde bir çekirdek (tohum) tir. Ağaçların küçücük bir çekirdeğinde o ağacın bütünü küçültülmüş halde mevcut olması buna örnek değil midir? Aynı şekilde bütün âlemde insan ruhunda küçültülmüş bir halde bulunur.
Memenin var olması ağaç dallarının büyümesi ve olgunlaşması sonucudur, insan bedeni de aynı şekilde bütün organ ve uzuvlarının birleşmesi sonucu meydana gelir. Nasıl meyve ağacın bütün dallarında oluşuyor ve tepesinde meydana geliyorsa, insan da bu âlemin yüksek ve bayağı cüzlerinden oluşarak ve hepsinden bir fayda, bir zarar, bir huy ve tabiat almış ve bunların hepsini kendi nefsinde toplayarak var olmuştur. İlahî Feyz kabul etme kabiliyetine sahip olması ve bu kabiliyetin kendisine sağladığı derece ile diğer varlıklardan üstün olmuş ve en güzel bir surette yaratılarak bu yüce derece ve mertebeyi kazanmıştır.
Cihanın esası ve başlangıcı bu insan ruhu olduğu gibi, cihanın aslına dönecek olan da yine bu insan ruhudur. Çünkü insan ruhu İlahî bir feyizdir. İlahî aşk ise Akl-ı küll ve ruh-i izâfîdir. Akl-ı kül ise bütün cihanın cüzlerini sarmış olup, her an ve mekânda onun bütün işlerinin idarecisi durumundadır.
Nefsini böyle gönen ve bilen arif bir kul, Mevlâsını bildiği gibi, cihana da can olmuş ve sonsuz bir hayata ermiştir. Gönlünde bütün âlemi görmüş ve âlemlerin en büyüğü olmuştur.
Kısım 7: İnsanın iç ve dışının, cihanın iç ve dışına olan uygunluğu
Ey Aziz! Hikmet ehli diyorlar ki:
İnsana düşen önce kendi nefsini bilmesidir. Kendi nefsini bilsin ki iç ve dışındaki hakikati, nasıl yaratıldığını ve nasıl bir hususiyetinin olduğunu bilsin ve bundan hareketle kendisini yoktan var eden Allah’ı, ismini ve fiillerinin âlemin içinde ve dışındaki tecellilerini bilebilsin ve bulabilsin. İnsanın Rabbine gitmesi gönül yolundan olur. Eşyanın hakikati ile derin mânâların neler olduğu onunla açığa çıkar. Artık bu kemâli kazanan bir rnü’min huzuru İlahide sonsuza dek kalır. Büyük âlemde var olan her şeyin küçük bir benzer, suret itibariyle küçük bir âlem olan insanda vardır. Mesela, büyük âlemde 4 büyük deniz olduğu gibi, insanlık âleminde de 4 deniz vardır.
Büyük âlemin denizleri şunlardır :
1- Sevgi hazinesi.
2- Sır (gizlilik).
3- İlk cevher.
4- Bilinen ve bilinmeyen âlemdir.
İnsan âleminin denizleri ise,
1- Babanın sulbündeki meni.
2- Ana rahmindeki nutfe.
3- Görünmeyen ruh.
4- Görünen bedendir.
Cenabı Hak, sevginin âlemin yaradılışına maya olduğunu bildirmek üzere; «Ben saklı bir hazine idim, bilinmemi sevdim» buyurmuştur. Bu demektir ki, âlemin yaratılmasında esas, sevgidir. İlahî âlemin ilk denizinin sevgi olduğu böylece anlaşılmış oluyor. Sevgi denizinde hareket olmuş ve onun feyzinden cevherin ilki olmuş ve büyük âlemin 2. denizi olmuştur. O denizin içi ve dışı olup içinden felekler ile unsurların hayatı oluşmuştur.
Melekût âlemi, büyük âlemin 3. denizi olmuştur. O cevherin içinden felekler ile unsurlar olan cisimler olmuştur.
Mülk âlemi, Alem-i Kebîr’ in dördüncü denizi olmuş ve böylece dört deniz tamamlanmıştır.
Gezici feleklerin yedi büyüğüne yüksek babalar, unsurlara da aşağı analar adı verilmiştir. Babalar ve anneler devamlı olarak hareket halindedir. Üç oluşum (Mevalid-i Selase) bunlardan meydana gelmiştir.
Cenabı Hak, Nün suresinin baş tarafında bu hususa işaret ediyor. Nün, sevgiden gizli hazine, Kâlem, ilk cevher, Vemâ yesturun ile de mülk âleminin fertleri ve melekût âleminin mücerretleri olduğunu haber vermiştir. Fertler ve mücerretler; ” ene fe ene ” kitabında yazılmaktadır.
Eğer o yazmasa mürekkep cisimler meydana gelmez. Mürekkep cisimler aynen kitaptaki kelimeler gibi hikmetle düzene konulmuştur. Cenabı Hak, lütfü ve keremiyle İlahî kelimelerin ebedi olduğunu bize bildirmiştir. Kur’an’ da : «Rabbinin kelimeleri tükenmez» buyrulmuştur.
İnsan âleminin yaradılışının mayasını oluşturan şey, babanın sulbünde bulunan menidir ki, bu onun ilk denizini oluşturur.
İkinci denizi ise, ana rahminde bulunan nutfedir. Nutfenin melekût âlemi ile mülk âlemine uyan nutfenin içi ve dışı vardır.
Nutfenin içinden cenin durumunda olan meninin duyu ve kuvvetleri meydana gelir ki, bu da 3. denizini oluşturur.
Nutfenin dışında da çocuğun cüzleri ve organları meydana gelir ki, bu da onun dördüncü denizi olur. İnsan âleminin sözünü ettiğimiz dört denizi de böylece nihayete erer.
Çünkü baba sulbünde gizlenen meni, mücerret (soyut) bir sevgi durumundaydı. Bir hareketle ondan zahir olmuş, ana rahminde ilk cevher oldu, içi ve dışı çocuğun bedeni ve ruhu oldu. İnsanlık âlemi de böylece vücuda geldi. Büyük âlem ise, insan âlemine boyun eğen bir hizmetçi olmuştur.
Kaynak: İbrahim Hakkı Hazretleri, Marifetname, Anatomi bölümü, 6. bölüm, konu: 1, kısım; 5-6-7