Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, devletin bankası değildir. Şeffaf bir yapı değildir. % 55-51 arası hazineye ait olan, geri kalanının ise kime ait olduğu belli olmayan anonim ortaklı bir şirkettir. Diğer ortakları, Rotschild hanedanına bağlı uzantılar olduğu iddiaları gündeme geldi ama ne kadar doğrudur bilemem. Ama bu gerçekler, göz ardı edilerek unutulmamalı. Bunlara inanamayabilirsiniz veya inanmak istemeyebilirsiniz, ancak gerçekler budur. Elinize bir kağıt para, bir tane de madeni para alarak üzerinde yazanlara bakın.
Madeni parada: ” Türkiye Cumhuriyeti ” yazar. Madeni para ise devlete ait darphanede basılır. Aidiyet belirten ” i ” harfi ise burada bulunmaktadır.
Bu açıklamalara rağmen, ikna olmayanlara Merkez Bankası’nın sitesinden alıntı paylaşalım. Dikkatle okuyun;
” 11 Haziran 1930 tarihinde bir anonim şirket olarak kurulmuş bulunan Merkez Bankasının temel amacı, fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka ayrıca, finansal sistemde istikrarın sağlanması ve para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almakla da görevlendirilmiştir. Merkez Bankası, özellikle küresel dengesizliklerden kaynaklanan makro finansal riskleri kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, finansal istikrar Merkez Bankası için destekleyici amaç niteliğindedir.
Türkiye’de Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan para basma yetkisi Meclis tarafından süresiz olarak Merkez Bankasına devredilmiştir. Bu doğrultuda, ülkemizde banknot basma ve ihraç imtiyazı tek elden Bankaya aittir.
Türkiye’de uygulanacak döviz kuru rejimini hükûmet ile birlikte belirlemek Merkez Bankasının temel görevlerinden biridir. Belirlenen döviz kuru rejiminin uygulaması da yine Bankaya aittir. Merkez Bankası kur politikasını 2001 yılından itibaren dalgalı kur rejimi çerçevesinde sürdürmektedir. ”
Bankalar, olmayan parayı nasıl üretiyor? İşte faiz çarkının dönüşü |
Diğer bir açıklamada da şöyle izah edilir:
” 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı Kanun (Mülga) ile Merkez Bankası “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” unvanı altında özel hukuk tüzel kişiliğine sahip ve özel sermayenin de katıldığı bir anonim ortaklık olarak kurulmuştur. Bu düzenlemeyle Devletten ayrı ve bağımsız olduğu hususuna özel bir önem verilmiştir. Bu amaç çerçevesinde, Bankanın kuruluş kanunu tasarısında adı “Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak öngörülmüşken, Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonunda uluslararası ilişkiler de düşünülerek “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak değiştirilmesine karar verilmiş; Bankanın bağımsızlığını vurgulama amacı güdülerek “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresine ve kısaltılmış şekli olan “T.C.”ye özellikle yer verilmemiştir.
Kanun koyucu tarafından Bankanın Devlete ait bir kuruluş; bir kamu kuruluşu olduğu izlenimi vereceği endişesiyle bundan özenle kaçınılmıştır.
Halen yürürlükte bulunan 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 1. maddesinde de, Bankanın anonim şirket ve özel hukuk tüzel kişiliği ile unvanı “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak aynı şekilde korunmuştur. ”
Detaylar için bknz: http://goo.gl/UUPVQj
***
Aslında daha ilk başta bile, riskler üzerine kurulmuş bir yapıdır. Merkez Bankası Kanunu’nun bazı maddelerine göz atalım:
Hisse senetlerinin sınıfları
Madde 7- Hisse senetleri (A), (B), (C) ve (D) sınıflarına ayrılmıştır.
(A) sınıfı hisse senetleri
Madde 8- (A) sınıfı hisse senetlerinin her biri en az 100 hisseliktir. Bu sınıf hisse senetleri münhasıran Hazineye ait olup, sermayenin yüzde ellibirinden aşağı düşemez.
(B) sınıfı hisse senetleri
Madde 9- (B) sınıfı hisse senetleri Türkiye’de faaliyette bulunan milli bankalara tahsis edilmiştir.
(C) sınıfı hisse senetleri
Madde 10- Hisse senetlerinden en çok 15.000 adedi, (C) sınıfı hisse senedi olarak, milli bankalar dışında kalan diğer bankalarla imtiyazlı şirketlere tahsis edilmiştir.
(D) sınıfı hisse senetleriMadde 11- (D) sınıfı hisse senetleri Türk ticaret ve Türk vatandaşlığını haiz tüzel ve gerçek kişilere tahsis edilmiştir.
Detaylar için: http://goo.gl/iXsWQe
***
2001 Ekonomik krizinden sonra Banka da değiştirilen mevzuat ise şöyle:
” Bu süreçte 25 Nisan 2001 tarihinde Merkez Bankası Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmış, öncelikle Merkez Bankasının temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu, Yasa’sında açıkça tanımlanmıştır. Bu çerçevede, Merkez Bankasının uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği hükme bağlanmış ve böylelikle Banka araç bağımsızlığına kavuşmuştur. Kanun ayrıca, Bankanın fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla hükûmetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyeceğini hükme bağlamıştır. Bununla birlikte, finansal istikrarı sağlamak Bankanın destekleyici amacı olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, Merkez Bankasının Hazine ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına avans vermesi, kredi açması ve bu kuruluşların ihraç ettiği borçlanma araçlarını birincil piyasadan satın alması yasaklanarak Bankanın kamunun finansman ihtiyacını karşılayacak bir kaynak olarak kullanılmasının önüne geçilmiştir. ”
Merkez Bankası kaynaklarına göre İsmet İnönü;
“…Merkez Bankasının başından beri müstakil bir müessese olmasını, diğer hususi bankalarla ilişiği olmak şöyle dursun, Devlete karşı da, bizzat Maliye Vekaletine karşı da vazifesinin icab ettirdiği dürüstlük ve sertlikle çalışması gerektiğini biliyordum. Bunun için uğraştım….”
(Başbakan İsmet İnönü)
Kaynak: ” Dünden Bugüne Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ” http://goo.gl/pvZovC
***
Peki burada yazanlar ne anlama geliyor ?
Merkez Bankası ilk aşamada ortakları belli olmayan bir şekilde kurularak, piyasaya hakim olması sağlanmıştır. Banka yurtdışı ve yurtiçi finans piyasası arasındaki dengeyi sağlamak, herhangi bir ekonomik krizi önlemek, önlenemese bile zararı minumuma indirmek amaçlarıyla kurulmuştur.
Hisse senetleri maddelerini açıklayacak olursak:
* 7. madde de Merkez Bankası hisselerinin 4 sınıfa ayrıldığı anlatılır. (A), (B), (C) ve (D) sınıfı şeklinde…
* 8. madde de (A) sınıfı hisse senetleri hazineye, yani devlete ait olmaktadır deniliyor ve bu hisseler % 51’in altına düşemez deniliyor.
* 9. madde de ise (B) sınıfı hisse senetlerinin miktarı belirtilmiyor ve Türkiye’deki diğer milli bankalar tahsis edilmiştir deniliyor. Ancak sormak gerek, hangi banka gerçekten şeffaf ve bize ait ? Ziraat Bankası haricinde, Türkiye’de milli banka olması, şu şartlarda neredeyse imkansız. Zİraat Bankası ise zaten devletin bankasıdır.
* 10 madde de (C) sınıfı hisse senetlerinin adedi en çok 15000 olacak şekilde belirtilerek miktar verilmiştir. Yani bu senet türleri yabancı sermayeye bizzat ve doğrudan açıktır deniyor.
* 11 madde de ise Türkiye’deki tüzel kişilere (dernek, vakıf, şirket vb. yani birçok kişiyi temsil eden bir oluşumlara) ve gerçek Türk vatandaşlığı bulunan kişiler için ayrılmıştır denmek isteniyor.
Devletimizin (!) bankası nasıl da paylaşılmış değil mi ? Ancak Kapitalizmin ekonomi politikası olan, Liberal ekonomiden yana olanlar, bundan eminim ki gocunmayacaklardır. Birde şunu hiçbir zaman anlayamamışımdır, bu sistemi zenginlerin savunması gayet doğal, ancak orta direk ve fakir statüsünde bulunan halk, nasıl Liberal ekonomiyi ve özelleştirmeleri destekler ?
***
Birde 2001’de değiştirilen, Merkez Bankası’nın mevzuatını açıklamaya çalışalım.
2001’deki ekonomik krizle birlikte, Türkiye hiçbir yerden borç bulamamıştı, taki Amerika’dan ithal getirilen Kem-al Derviche (Kemal Derviş) getirilene kadar…
Kemal Derviş’in gelmesiyle birlikte Imf (Uluslararası Para Fonu) ülkemizin ekonomisini yeniden düzene (!) sokmaya gelmişti ve bu çerçevede bazı mevzuat ve kanunlarda değişikliğe gidilmiştir. Bazı maddeler kanundan çıkarılmış, bazıları ise yeni eklenmiştir. En önemli değişiklik ise, şüphesizki para basma yetkisinin tamamen Merkez Bankası’na devredilmesi olmuştur. Çünkü daha öncesinde bu işi yine Merkez Bankası yapmasına rağmen, izin ve yetki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aitti. Ancak Ke-mal Dervische ile birlikte bu yasa değişti ve devletin para basma yetkisi, özerk ve anonim ortaklı bir şirket olan Merkez Bankası’na devredildi. Parasını bile basamayan bir ülke, nasıl olurda bağımsızlıktan söz edebilir ?
Çıkarılan bazı maddelere örnek verilecek olursa aşağıdaki iki madde örnek gösterilebilir.
Hazineye kısa vadeli avans
Madde 50- (25/4/2001 tarihli ve 4651 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır.)
Kamu müesseselerine kredi
Madde 51- (25/4/2001 tarihli ve 4651 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır.)
Eminim bu yazıyı okuyan birçok insanın, kafası gerçekten karıştı. Ayrıca burada yazanlar, sadece ekonomik alandaki kuşatma ile alakalı. Eğitim alanında da Fullbright anlaşması gerçeği var ancak, ona burada değinmeyeceğiz. (Fullbright için bknz: http://shar.es/13eueF )
Burada yazanların biraz daha açıklayıcı olması adına aşağıdaki yazıları okumanızı da tavsiye ederim
TCMB Anonim Şirketi
Aslında bankacılık sisteminin burada kullandığı, daha doğru bir deyimle istismar ettiği olgu, toplumun tek yönlü olarak otoriteye karşı gösterdiği güven duygusudur. Genelde insanlar ellerinde tuttuğu “para”nın ne olduğunu sorgulamadıkları gibi banka hesap cüzdanlarındaki paranın da bankada eksiksiz mevcut olduğunu varsayarlar. İşte modern para sisteminin sağlamlığı bu güvenin istismarı üzerinde bina edilmektedir. Bu istismar açığa çıktığı anda bütün sistem göçer.
Aynı şekilde merkez bankaları, Borca Dayalı Para Sistemi’ni beslemek ve dengelemek için benzer prensiplerle kurulmuştur. TC Merkez Bankası da değişik hissedarlara sahip bir anonim şirket olarak kurulmuştur. TCMB Anonim Şirketi birbakıma bir KİT’tir ve ürettiği mal ise piyasadaki ticari faaliyetlerde (en geniş anlamda) kullandığımız “para”dır. Bu Anonim şirket, malı (bastığı para) ile piyasanın ihtiyacını giderir. Ancak bu ihtiyaç giderme karşılıksız olmaz. TCMB Anonim Şirketi ürettiği parayı piyasaya borç olarak verir, yani faiz karşılığında “para”sını satar. Üretilen her banknot, üzerinde yazılı miktar kadar borcu ifade eder. Bu mekanizma borca dayalı para sisteminin bir gereğidir. Dünyadaki hemen hemen bütün merkez bankaları bu sisteme göre çalışırlar. Çeşitli kriterlere göre (bazen de hiçbir kriter olmaksızın) para üreterek (basarak) piyasaya faiz karşılığında satarlar, yani borç verirler. Bu nedenle, döviz kuru ve faiz ayarlamaları modern merkez bankalarının ellerindeki en güçlü piyasaya müdahale araçlarıdır. Ülkemizde de şu anda yapılmaya çalışılan bundan çok farklı birşey değildir.
Elbette merkez bankalarının bu temel işleminin dışında yapmış olduğu bir çok regülatif ve teknik işlemleri de vardır. Bizim burada irdelediğimiz nokta ise sistemin varoluş temelini ifade eder ki bu en önce irdelenip sorgulanması gereken bir noktadır. Çünkü olaya bu yönünden baktığımızda sorgulamamız gereken bir dizi sorun ile karşı karşıya kalırız.
Bu çarpıklık ortaya çıkınca herşeyden önce sorulması gereken şudur: Böyle bir sistem ile çalışmak zorunda mıyız? Elbette hayır. Ancak böyle bir sisteme adeta kolumuzu kaptırmış durumdayız. Kayıtsız kalıp devam edersek reel ekonomik problemlerimizi çözemeyeceğimiz gibi çok ciddi ve kaçınılmaz bir mali kriz ile karşı karşıya kalırız. Zaten halihazırda dünyanın içinde bulunduğu mali krizin ana sebeplerinden en önemlisi de budur. Bu tür krizlerin “dışavurum”u sonucunda neler olabileceğini uzak doğuda gördük. Bu nedenle sorun radikal bir yaklaşımla çözülmesi gerekmektedir. Gecikme, mücadele edilecek canavarı her geçen gün büyütmektedir.
Görüldüğü gibi olayı bu şekilde açtığımız takdirde tartışılması gereken daha bir çok konu ile karşı karşıya geliyoruz. Merkez bankalarının statüsü, paranın yeniden tanımlanması, yatırımların finansmanı, kalkınma vb. gibi tartışılacak birçok konu ortaya çıkmaktadır. Bu konular çözülemeyecek konular değildir. Yeter ki işe doğru yerden başlanılsın.
Ama bugün bu konuların konuşulmasından ve tartışılmasından çok uzaktayız. Bugün yaptığımız tartışmalar uygulamaların neticeleri üzerinedir. Yani konuşulanlar binanın kiremitlerinin şekli, dokusu ve rengidir. Lakin binanın temeli ve o temel üzerine oturtulan kolon ve kirişler konuşulmuyor. Bir kriz -bir deprem- anında sistemi tutacak olan kiremitler değil temeller, kolon ve kirişlerdir. Bunlar sağlam olmaz da bina yıkılırsa hepimiz altında kalırız.
Merkez Bankaları
Geçen haftaki merkez bankası ile ilgili yazım oldukça ilgi çekmiş ki konuyla ilgili olarak epey değerlendirme aldım. Tüm bu değerlendirmelerin üzerine önemine binaen bugün konuyu biraz daha değişik bir açıdan irdelemek istiyorum.
Anlatılanlar her ne kadar açıksa da burada üzerinde düşünmemiz gereken belli başlı konular şunlardır. Merkez bankası neden ayrı bir anonim şirket olarak kurulmuştur. Bu şirketin ürettiği mal neden bu kadar çürüktür. Bu öyle bir ilginç oluşumdur ki ürettiği malın vasfı ve birimi ile kazancının vasfı ve birimi aynıdır. Bunun böyle olmasını zorlayan nedenlerin üzerinde epey konuşulması gerektiği kanaatindeyim. Bir de merkez bankasının bağlantılarının ilginç olacağı kanaatindeyim. Örneğin bugün merkez bankalarının bankası diye tanımlanan ve merkezi İsviçre’nin Basle kentinde olan bir banka var: Uluslararası Denkleştirme Bankası, UDB, (Bank For International Settlements). Bizim merkez bankası da bu bankanın üyesidir. Genel yapı incelendiğinde TCMB Anonim Şirketi’nin bu bankaya karşı olan sorumluluğu kadar, TC Hükümetlerine karşı sorumluluğunun olmadığı gözlenmektedir.
Tabi, 1211 sayılı TCMB kanunu 3. maddesine göre merkez bankası bu gibi kuruluşlara sadece banka meclisinin kararıyla üye olabiliyor. Ancak hissedar olabilmesi için Hükümetin muvafakatı gerekiyor.
İşin içerisine UDB girince, Bilderberg Grubu da dahil olmak üzere, birçok ilginç bağlantılar da ister istemez gündeme gelmektedir. Doğrusu olayın bu yönünü hiç kurcalamak niyetinde değilim. Bu tür bağlantıların ne kadar ilginç olabileceğini göstermesi açısından bir tarihi örnek vererek olayın bu kısmını kapatmak istiyorum. Yaklaşık 1940 yılına kadar Nazi bakan ve Devlet Bankası başkanı Hjalmar Schacht ile İngiltere Merkez Bankası guvernörü Montagu Norman düzenli olarak UDB toplantılarında biraraya gelerek finansman ile ilgili meselelerini konuşmuşlardır. Daha sonra olaya vakıf olan Churchil, Norman’ın bu toplantılara katılmasını geçici olarak yasaklamıştır.
Tekrar irdelemelerimize dönersek, merkez bankacılığı olgusu ve işlevlerini teknik olarak incelediğimizde bankanın piyasa üzerindeki etki ve yetkisinin süper denecek boyutta ve güçte olduğunu kolaylıkla görürüz. Son çıkan bankalar yasası da bunu tezyid etmiştir.
Aslında merkez bankaları ellerinde bulundurdukları faiz oranlarını, doviz kurlarını ve emisyon hacimlerini kontrol edebilme yetenekleri ile, rakamları iyileştirebilecek güçtedirler. Buna verilecek en çarpıcı örnek herhalde Weimar hiperenflasyonudur. Bazı detayları birkenara bırakırsak, birkaçyıl içinde enflasyon yüzde 750 milyara çıkıp tekrar tek rakamlara indirilebilmiştir. Bu adeta rakamsal ifadelerin komikleştiği bir örnektir. Ancak çalışanlar açısından olay hiç de komik olmamıştır.
Tüm bu rakamsal iyileştirmeler, reel ekonominin iyileşeceği anlamına gelmez. Reel ekonominin iyileşmesinin temel şartı üretim ve adil bölüşümdür. Para, bir grup rantiyenin elinde dönen devlet haline getirilmemelidir. Yoksa klasik manzaraları görmekten kurtulamayız: zenginin daha zengin ve fakirin daha fakir olması gibi.
Kısaca tekrar günümüz Türkiye’sinde uygulanan yeni para politikasını düşünürsek çok riskli ve cesur bir atılım yapıldığı görülür. Bu ekonomiyi iyileştirmeden ziyade rakamsal ifadeleri ve sembolleri iyileştirme operasyonu gibi birşeydir. Yeni para politikası uygulamasında en güçlü ve en rahat adam Gazi Erçel’dir. Çünkü bu işi adeta tek başına sürdürmekte veya birilerinin deyimiyle dayatmaktadır. Erçel bir bakıma sorumsuz yetkilidir. Eğer bu politikalar tutarsa elde edilecek başarıdan çok büyük bir pay alacaktır. Lakin tutmazsa kabak hükümetin başına patlayacaktır. Hükümetin ekonomi politikaları başarısız bulunacak ve fatura siyasete kesilecektir. Gazi Erçel de siyasete kurban olmuş olacak olan dahiyane programını bir başka bahara çıkarmak üzere rafa kaldıracaktır, hiçbirşey olmamış gibi.