Keldanilik
Çalışmamızda 19. yüzyılda Nasturileri hakkında bilgi verirken Keldani adı sık sık geçeçektir. Bu nedenle Nasturiliğin tarihi seyrinin anlaşılması bağlamında Keldanilik kavramının izahı kuşkusuz zaruri bir ihtiyaçtır. Çünkü Milattan önce 2000 yıllarında Arabistan civarlarından gelen ve Arami kökenli oldukları varsayılan ve ilk çağdaki kavimler arası mücadelede yok olan Keldanilerin konumuzla alakası mevcut değildir.
Keldanilik kavramı Nasturilikten ayrılıp Katolikliği kabul eden Nasturilere, Papalığın 1553 yılından itibaren taktığı isimdir. Görüldüğü üzere Nasturiler ile Keldaniler aynı ırktan gelen fakat farklı mezheplere inanan topluluklardır. Keldaniliğin asıl gelişimi 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. 1854 yılına geldiğinde Keldanilerin patriklik makamı, Babil şehrinde bulunmaktaydı. 19. yüzyılın boyunca Keldaniler kendi aralarında ve Roma ile olan ilişkilerinde bir takım sıkıntılar yaşanmıştır.
I.Dünya Savaşı’nın sonrasında Irak’ın Osmanlı topraklarından ayrılmasıyla büyük oranda Türkiye dışındaki topraklarda kalan Keldaniler, günümüzde yurtdışında özellikle İran, Irak, Suriye, Lübnan, Hindistan, Rusya, A.B.D ve Avrupa ülkelerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar. Ülkemiz topraklarındaki Keldaniler, ise Mardin-İdil, Silopi, Hakkâri-Beytüşşebab, Siirt-Pervari, Uludere, Şırnak başta olmak üzere çoğunlukla Güneydoğu Anadolu’da meskundurlar. Ancak 1980’lerden itibaren ilk önce İstanbul’a ardından da Avrupa’ya göç etmektediler. Türkiye’de 1989 yılında nüfusları 4.000-5.000 civarında bulunurken bu sayı Avrupa’ya artan göçle birlikte hızla azalmaktadır.
Literatürde Asuriler/Keldanilerin tarihlerine odaklanan bilimsel çalışmalar söz konusu olduğunda karşımıza genel olarak iki farklı adlandırma çıkmaktadır. Bu adlandırmalardan birisi Nasturiler terimi iken diğeri, daha genel bir adlandırmaya karşılık gelen “Doğu Süryanileri” terimidir. Keldaniler, 16.yy’da Katolik Kilisesi’ne ba ğlanmayı seçmiş Nasturiler / Asuriler olarak tanımlanırken, aslında aynı cemaatin üyeleri olan fakat Keldaniler’den farklı olarak Doğu Süryani Kilisesi’ne bağlı kalmayı seçmiş halkı tanımlamak için kullanılan Nasturiler / Asuriler terimleri konusunda halen bir karışıklık söz konusudur.
Bu grubun üyelerinin kimi araştırmacılar tarafından “Nasturiler” olarak adlandırılmasının nedeni, 431 yılında toplanan Efes Konsili’nin kararlarına uymadıkları için aforoz edilen dönemin İstanbul Patriki Nestorius’un dini öğretisini takip etmiş olmalarından ileri gelir. Nasturileri çalışan ilk araştırmacılar arasında “Nasturi” adının bir halkı mı yoksa mezhebi mi tanımladığı konusunda bir tartışma vardır. Gabriel Oussani (1901: 79),
Nasturi adının bir halkı de ğil belirli bir dinsel mezhebin üyelerini tanımladığını ve grubun bir halk olarak kökenlerinin Eski Doğu Süryanileri’ne dayandığını belirterek konuya açıklık getirir. Batı literatüründe Nasturilerin kökenlerinin ne olduğu konusunda da tartışmalar mevcuttur. Örneğin, öncü misyoner ve gezgin Dr. Asahel Grant (1843), 1800’lerin ortasında temas kurdu ğu bu grupla İsrail’in kayıp on kabilesi arasında bir özdeşleştirme kurar.Söz konusu özdeşleştirmenin nedeni; Nasturilerin gelenekleri ve adetleri ile Yahudilerinkiler arasında bazı benzerlikler bulmasıdır. Fakat ilerleyen tarihlerde yapılan incelemeler esas alındığında sözü edilen geleneklerin Nasturiler / Asuriler arasında çok nadir olarak görüldüğüne ve Asuri tarihinin böylesi bir konjonktürü desteklemediğine kanaat getirilmiş tir (Shedd, 1903: 1)..
Bu konuyla ilgili olarak bir ba şka yazar John Joseph (2000: 1-3), “Nasturi” teriminin ilk olarak kilise üyelerinin ikiye ayrıldığı ve bir bölümünün Roma’ya bağlanmasıyla Keldani Kilisesi’ni oluşturduğu 16. yy’da kullanılmaya başlandığını öne sürmektedir. Ona göre bu dönemde Nestorius’un doktrinine sadık kalmayı seçen üyeler “Nasturi” olarak tanımlanırken Katolik Kilisesi’ne bağlı kalmayı seçenler Keldani olarak adlandırılmıştır.
“Asuriler” terimi ise 16. yy’da bir grup Nasturinin katolik inancını benimsemesi ve kendilerini Keldaniler olarak tanımlamasıyla, Batılı misyonerlerin inancını değiştirmeyen Nasturilere 19. yy’da verdiği addır (Sanasarian, 1998: 619). Asuri isminin topluluk üyelerince benimsenmesinde bir diğer neden; bu grubun kökenlerinin eski Asur halkına dayandığını düşünmeleridir. Doğu Süryani Kilisesi’nin (kimi kaynaklarda Nasturi Kilisesi olarak da geçmektedir ) önceki iki patriğinin kız kardeşi, dönemin patriğinin teyzesi ve Asuriler arasında en önemli tarihsel figürlerden biri olan Surma Hanım (Stafford, 2004: 15). 1923’te yazdığı “Assyrian Church Customs and The Murder of Mar Shimun” adlı kitabında halkının kökenlerine dair şunları söyler: “Bizim eski Ninova Asurları’nın kanından olduğumuza dair bir inancımız var. Bu savımız, dağlarımızdaki insanlarımızın fizyonomileriyle British Museum’da bulunan kral yüzleri ve diğer Asurlularla karşılaştırıldığı takdirde kanıtlanabilir” (Mar Shimun, 1923: 1). Halkın kökenlerini ısrarla antik Asuri “kanına” dayandırması ve ana vatanlarını kadim bir toprak olan “Assyria” / “Asur ülkesi” ile özdeşleştirmeleri, 20. yy’da dünyayı sarmış olan modern milliyetçilik akımının etkisiyle kendilerine bir “etnik milliyet” inşa etme ihtiyacı ile açıklanmaktadır (Sanasarian, 1998: 619).
Keldanîlerin uzun bir süre Hakkari(colemêrg) merkeze bağlı Kodşanıs/Koçanis (Türkçeleştirilmiş adıyla Konak) köyünü patriklik merkezi olarak kabul etmişlerdir. Keldani patrikleri 1918’e kadar bu köyde ikamet etmişlerdir.9. yüzyıl ortalarına dek Hakkari nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan Nasturiler, 1843 ve 1846’da Cizîra botan mîrî Bedirhan Bey ile Hakkari mîrî Nurullah Bey’in düzenlediği iki saldırıda önemli ölçüde zayiat vermişlerdir. 1915-18 döneminde Kürt aşiretleri ile çatışan Hakkari Nasturileri önce İran’da Urmiye yöresine ve daha sonra İngiliz yönetimine giren Irak’a iltica etmişler. (1)
Doğu Süryani Kilisesi’nin Kısa Tarihi
Bu adlandırmalardan bir tanesi olan “İran Kilisesi” ismi, kiliseye bu dinin doğduğu coğrafyanın İran olması nedeniyle verilmiştir. Fakat “İran Kilisesi” teriminin kullanılması oldukça indirgeyici bir yaklaşıma işaret eder. Çünkü kilise, dönemin İran topraklarında (bugünkü Irak’ta ) kurulmasına rağmen misyon hareketleri sonrasında Orta Asya, Çin, Tibet, Güney Hindistan ve Arabistan’a dek yayılmıştır. Dolayısıyla varlığı İran’la sınırlanamaz. Nasturi Kilisesi terimi de kilise üyelerinin bizzat kendileri tarafından kabul edilmeyen ve yanlış bulunan bir adlandırmadır. Doğu Kilisesi’nin dönemin baş at teolojisi olan İskenderiye yerine Antakya’yı seçmesi, düşmanlarının onları sapkın olarak nitelemesine neden olmuş ve “Nasturi” sözü bu grup tarafından onlara atfedilen bir adlandırma olmuştur.
Orta Çağ’ın Latin seyyahları, bu sözü Melkitlerin ve monofisiztlerin ağzından duymuş ve benimsemişlerdir. Üstelik 13. yy’dan bu yana Abdicho adlı ünlü kanun adamı bu adlandırmaya karşı çıkmış ve Nestorius’un kiliselerini kuran kişi olmadığını, asla patrikleri olmadığını ve doğu lehçesini bilmediğini belirtmiştir (Le Coz, 1995:12, Baum ve Winkler, 2002: 7).
Beynon da “Nasturi Kilisesi” teriminin kilise üyeleri tarafından asla benimsenmediğini ve cemaatin kiliselerini daha çok “Doğu Kilisesi” adı altında tanımlamayı tercih ettiklerinin altını çizer (Beynon, 1944: 261). Diğer bir terim olan “Doğu Süryani Kilisesi”, cemaat üyelerinin liturjilerinde (ayin ve ibadetlerinde) kullandıkları dilin Süryanice’nin doğu lehçesi olmasına referansla bu şekilde anılır. Bu dil Nusaybin’de kullanılan Aramice’nin bir diyalektidir. Ayrıca, Yunan biliminin Araplara yine bu dil aracılığıyla ulaştırıldığı iddia edilmektedir. Süryanice’nin doğu lehçesi bugünün modern Süryani Kilisesi’ni kuran Yakubiler tarafından Urfa şehrinde konuşulan Batı lehçesinden belirgin biçimde ayrılır. (Le Coz, 1995:12).
İran Asuri-Keldanilerinin Tarihi
Valognes’un saptadığı gibi; Doğu Süryani Kilisesi / İran Kilisesi diğer eski kiliselerden Roma-Bizans topraklarının dışında doğmuş bir kilise olması sebebiyle ayrılmaktadır. İran Kilisesi 7. yy’a kadar Sasani imparatorluğu’nda başat din olmuş mazdekizmin etkisinde kalmış bu etki nedeniyle de nestoryanizm doktrinini daha kolay kabul etmiştir. Ayrıca, 16. yy’dan itibaren Pers İmparatorluğu’nda etkin olmaya başlayan Şii İslam’ı bu kiliseye diğer Arap hıristiyan gruplardan farklılaşmasına neden olan özel bir kimlik kazandırmıştır (Valognes, 1994: 767).
Kilise tarihiyle ilgili olan bölümde belirtildiği üzere, Timur’un 14. yüzyılda bölge hıristiyanlarına tehditleri sonrasında Asuri-Keldaniler güvenli bir alan bulmak umuduyla Urmiye ve Van gölleri arasında yer alan Hakkari’nin dağlık bölgelerine gelmişler ve bu bölgeye yerleşmişlerdir. Bir diğer kısım ise daha sonra Hakkari dağlarından inip Urmiye Ovaları’na yerleşmişlerse de bu dönem konusunda net bir tarih vermek mümkün değildir.
Günümüzdeki Keldani Hıristiyanlar kimdir?
Keldaniler, Papa’nın yetkilerini tanımakla beraber, kendilerine özgü ibadet biçimleri ve gelenekleri olan özerk bir Katolik kilisesine üyeler.
Keldaniler, Irak’ta nüfusun yüzde 2,5’ini oluşturan ve sayıları tahminen 550 bin olan Hıristiyanlar arasında çoğunlukta yer alıyor.
Ruhani liderleri ise Bağdat’ta yerleşik Keldani Patriği Üçüncü Emmanuel Delly. Üçüncü Emmanuel, 2007 yılında Papa 16. Benedict tarafından kardinalliğe yükseltilmişti.
Keldani kilisesi, esasen Nasturi kilisesini de kapsıyor ve şu anda Irak adıyla anılan topraklarda ikinci yüzyıldan bu yana varlığını sürdürüyor.
İsa Peygamber’in iki doğası bulunduğuna yönelik inanç Nasturiliğe atfediliyor. Bu doğalardan biri İsa’nın ilahi bir varlık, Tanrı’nın oğlu olması; diğeri de ölümlü bir insanoğlu olması. Keldani Kilisesinin doğu kolu geleneksel bir ayin dili de olan Süryaniceyi kullanıyor. Bu dil, pek çok din bilimciye göre, İsa Peygamber ve havarilerince de konuşulan Aramice’nin dil bilimsel mirasçılarından biri.
Musul’daki Hıristiyanlar
Irak’ın üçüncü büyük kenti olan Musul’da tahminen 50 bin Hıristiyan yaşıyor. Geleneksel olarak etnik ve dinsel çeşitliliği bulunan bu kent, ülkenin petrol endüstrisinin de merkezi konumunda. 2003’te ABD öncülüğünde başlayan işgal hareketi sonrasında artan dinsel şiddet nedeniyle pek çok Hıristiyan ülkeyi terk etti.Tahminlere göre ülkeyi terk eden Hıristiyanların sayısı, 60 bini buldu.
Tarız Aziz de Keldani
Başpiskopos Paulos Faraj Rahho da Musul’da 29 Şubat Cuma günkü ayinin ardından kaçırılmıştı. Rahho’nun cesedi iki hafta sonra Musul’da bulundu. Bundan altı ay kadar önce de bir Keldani papaz ve üç kıdemsiz papaz yardımcısı, Musul’daki aynı kilisenin dışında silahla vurulmuşlardı. Ocak ayında da iki ayrı Keldani kilisesi ve bir Süryani kilisesi ile Musul’daki bir manastırın dışında bombalar patlamış, toplam dört kişi yaralanmıştı. Saddam Hüseyin’in eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz, Iraklı Keldanilerin belki de en tanınmış olanı. (2)
Keldani kelimesinin etimolojisi
Keldani ismi ilk kez, Babil’in yönetimine geçen Kaldî Hanedanı’yla (M.Ö. 6. yy) ortaya çıkmış ve Kaldilerin ülkesine Helen (Eski Yunan) kültüründe Kaldi ülkesi (Eski Yu. Χαλδαία, Kaldaya; Ak. māt Kaldu, İb. ,כשדים Kaśdim, Ar. كلدان , Keldan) denilmiştir. Keldan veya Kaldea, Mezopotamya’nın en güney kısmını, civarındaki günümüz Kuveyt’i, ve Basra Körfezi’nin civardaki kıyılarını kapsardı. Kaldî ismi, Latince “occultus” (gizem) isminden, “okült ile (ve/veya okültizm ile) uğraşan” anlamına gelir (Latince occulere (gizlemek, üstünü örtmek) fiilinden). Kitab-ı Mukaddes’te, “Keldani” ismi yıldızbilimci veya kâhin anlamlarında geçer. (1)
Ayrıca Keldaniler’in günümüzde ki temsilceleride tıpkı Ermeniler gibi soykırıma uğradıklarını iddia etmekte ve bunun için lobi çalışmaları ve araştırmalar yapmaktadır. Bu yüzden Türkiye olarak bu iddia üzerine hazırlıklı olmalı ve bu yalanın oluşmasına fırsat vermemeliyiz. Aşağıda ki makaleyi de okumanızı önemle rica ediyoruz !!!
Keldani soykırımı safsata
Ermenilerden sonra Keldaniler de soykırımına uğradıklarını dillendiriyor son zamanlarda. Öyle ki Fransa’da bir soykırımı anıtı çoktan dikildi bile. Geçen aylarda Paris yakınlarındaki Sarcelles’e dikilen anıtın açılış törenine Belediye Başkanı François Pupponi, Iraklı Keldani asıllı milletvekili Yonaldam Kana ve Fransa Keldani Derneği Başkanı Numan Adlun da katıldı. Anıtın üzerinde, “1915’te Osmanlı İmparatorluğu döneminde soykırımı kurbanı 250 bini aşkın Keldani’nin anısına” cümlesi yer alıyor. Anıtın açılışını yapan Belediye Başkanı Pupponi, “Türkiye, Ermeni ve Asuri-Keldani soykırımını kabul etmediği sürece, AB’ye asla üye olamayacaktır.” şeklinde iddialı bir açıklama yaparken, Yonaldam Kana ise, “Hakkâri ve Botan’a aynı anıttan dikildiği zaman Keldani toplumunun acısı biraz hafifleyecektir.” dedi.
250 binden fazla Keldani’nin soykırımına uğratıldığı iddiası tarihî verilerle örtüşmüyor. Keldaniler üzerine araştırma yapan Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadir Albayrak, “1908 istatistikleri Anadolu’da 80 bin Keldani’nin yaşadığını ortaya koyuyor.” diyor. Albayrak’a göre, o tarihte bütün Keldani nüfusu da ancak 110 bin civarında. Tehcirden bir yıl önce yani 1914’te Keldani sayısı Osmanlı nüfus kayıtlarına göre 30 bin olarak resmî evraklara geçmiş.
Verileri destekleyen bir açıklama ise Keldani-Asuri Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Peder François Yakan’dan geliyor. Yakan, 250 bin rakamını hayal, Keldani Soykırımı’nı ise bir safsatanın ürünü olarak değerlendiriyor: “Anadolu’da 250 bin Keldani’nin soykırımına uğratıldığını söylemek doğru olmaz. O tarihteki Keldani nüfusu Anadolu’da ancak o kadardı. Hepsi mi yok edildi? Soykırımını Türkiye üzerinden kim kullanıyorsa kullansın doğru değildir. Tarihi çarpıtma, gerçekleri inkâr etme var bunun içinde. Tarihin değişik dönemlerinde birtakım problemler çıkmış olabilir; ama bundan herkes zarar görmüştür. Müslümanlar kadar Ermeniler, onlar kadar da Keldaniler zarar görmüştür. Sadece bir tarafa ait bir zarar yok. Ciddi bir kargaşa vardı ve bunun acı sonuçları oldu. O zaman soykırımı bunun neresinde var diye sormak lazım.”
Fransa’daki anıt konusunun politik bir hesaplamanın dayatması olduğunu vurgulayan Yakan’a göre, bin tane soykırımı anıtı açılsa bile bir anlam ifade etmez: “Bu gösterişli işlerle bir şeyler elde edilmez. Olayı saptırmadan değerlendirmek lazım. Orada anıt açılması Türkiye’mizin gücünü kıramaz. Fransa’daki Keldaniler kimsesiz insanlar. Keşke Türkiye bunlara sahip çıkabilse. Soykırımı anıtının dikildiğini ben gazetelerden öğrendim; bana kimse bir şey danışmadı, böyle bir olayın olup olmadığı bile sorulmadı.”
Peki, Keldaniler durup dururken mi böyle bir iddia ile ortaya çıktı? Özellikle Fransa’da yaşayan Keldani Cemaati’nin ‘soykırımı’ tezi için yıllardır çalışma yaptığı belirtiliyor. Son 20 yılda Fransa’da “Türkler tarafından katledilen Süryaniler, Keldaniler ve Ermeniler” tezini içeren sayısız kitap ve makale yayımlandı.
Soykırım tezi yeni değil
‘Mavi Kitap’ adlı çalışmasında 60 sayfayı Keldanilere ayıran tarihçi Arnold Tonybee, kitabında Keldaniler’in soykırımına uğradığını anlatırken Tebriz ve Botan tanıklarının görüşlerine yer veriyor. Doç. Albayrak ise Türkiye’de yaşayan Keldanilerin soykırımı iddialarının olmadığını ancak 1915 ve 1920’li yıllardan itibaren bazı İngiliz ve Fransızların Türkleri suçlayan taraflı ve kasıtlı eserler yazdıklarını söylüyor. Albayrak, Osmanlı kayıtlarında Keldanilerle yaşanan herhangi bir problemin olmadığına da dikkat çekiyor.
Keldaniler, Doğu kiliseleri içerisinde Hıristiyanlığı ilk kabul edenlerden. Kökenleri en eski Mezopotamya uygarlıklarına dayanıyor. Asurî ve Nasturilerle aynı tarihi, dili ve kültürü paylaşan Keldanilerin en belirgin farkı Hıristiyanlığı kabul etmelerinden bu yana Katolik olmaları ve sonradan Vatikan’a bağlanıp Papalığı doğrudan tanımalarıdır. 1994’ten beri tüm dünyada ve İstanbul’da da ayinlerini ortak bir kilisede yapıyorlar.
Türkiye’de Keldaniler, ağırlıklı olarak Diyarbakır, Mardin, Cizre, Siirt ve Hakkâri’de yaşadılar. Sayıları son yüzyılda her geçen gün azaldı. Başta Fransa olmak üzere başka ülkelere göç ettiler. Fransa’da şu anda 32 bin Keldani yaşıyor. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde baş gösteren PKK teröründen dolayı Keldani göçü 1978’de hızlanmaya başladı. Bölgeyi terk edenler yurtdışını ve İstanbul’u tercih etti. Ancak İstanbul onlar için ciddi bir cazibe merkezi olmadı. Şu anda İstanbul’da, Keldani Cemaatine mensup yaklaşık bin kişi yaşıyor. Bunlar ibadetlerini İngiliz Konsolosluğu karşındaki küçük kilisede yapıyor. İbadet dili ise Türkçe.
Türkiye’deki Keldaniler sadece bu cemaatle sınırlı değil. Türkiye’ye mülteci olarak gelen 3 binden fazla Iraklı Keldani de halen İstanbul’da. Keldaniler pazar ayinini Taksim’deki Sen Antoan Kilisesi’ndeki küçük bir mekânda yapıyor. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı dizilip dualar ediyor, ilahiler okuyor. Dualarla son bulan ayinlerde kullanılan dil Aramice.
Keldaniler’in Patriği Mar Emanuel K. Delly, Irak’ın başkenti Bağdat’ta yaşıyor. 1947’den beri patrikliğin merkezi Bağdat’ta. Aslında Keldaniler’in en köklü patriği Diyarbakır’daydı. 1828’e kadar dünyadaki bütün Keldaniler’in temsilcisi burada ikâmet ediyordu. O tarihlerde Bağdat Osmanlı toprakları içerisinde bir vilayetti. Osmanlı Devleti ile yapılan anlaşmalarla Patriklik önce Musul’a oradan da Bağdat’a geçti. Son yıllarda yüzlerce Keldani aile göç ettikleri ülkelerden Türkiye’deki köylerine dönmek için çaba harcıyor. Hakkâri ve civarındaki köylerinin durumunu İstanbul’daki Keldani temsilcisi vasıtasıyla öğreniyorlar.
Peder François Yakan, Türkiye’ye kalıcı olmasa da geri dönmek isteyenler olduğunu belirterek, “En azından yazın bile olsa gelip köylerinde kalmak istiyorlar. Dönmeleri için bir problem yok. Devlet bu konuda izin veriyor.” diyor.
DOÇ. DR. KADİR ALBAYRAK: ASURÎ IRK KÖKENİNİ ÖNE ÇIKARANLAR, SOYKIRIM DİYOR
Türkiye ve İslam ülkelerinde yaşayan hiçbir Keldani böyle asılsız bir iddiayı şimdiye kadar dile getirmemiştir. Zaten Keldaniler Osmanlı döneminde zımmi statüsünde sayılmışlardır. Bu insanlar yüzyıllarca diğer ehli kitap gibi barış içinde yaşadı. Ancak özellikle yüzyıllar öncesinden başlayan Katolik ve daha sonraki Protestan misyonerlik faaliyetleri Keldanilerin bölünmesine ve Osmanlı’ya karşı Rusya, İngiltere ve Fransa’yı desteklemelerine sebep oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda hem Rusya’nın hem de saydığımız bu Batılı ülkelerin ihanetine uğramışlar ve birçok zorlukla karşılaşmışlardır. Soykırımımı ileri sürenler batı ülkelerinde yaşayan, Asuri ırk kökenini öne çıkarıp dinî kimliği önemsemeyenlerdir. ‘Bir kişiye kırk gün deli dersen deli olur.’ kabilinden bir propaganda yürütülmektedir (3)