1484 yılında İspanya Krallığının Sevilla kentinde doğan, Hristiyan dünyasında çok saygı duyulan, merhametiyle ve iyilikseverliği ile tanınan Dominiken rahibi Bartolomé De Las Casas, İspanyol denizciler ve Hristiyan misyonerleriyle birlikte keşif amacıyla gidilen Amerika kıtasında yaşanan yerli katliamlarını detaylarıyla raporlamış ve İspanya Krallığını bilgilendirmeyi bir görev bilmiştir. 1542’de “Kızılderili Katliamı” ismiyle kaleme aldığı eseri bir soykırımın dramatik anatomisini ortaya koymaktadır. Ekim 2005 baskısında, Ömer Faruk Birpınar’ın Türkçe’ye çevirdiği aynı isimli eser, Babıali Kültür Yayıncılık tarafından çıkartıldı. Korkunç bir tarihe tanıklık eden De Las Casas’ın raporlarında, orada yaşanan vahşeti ve yıkımı detaylarıyla anlatırken, Hristiyanlığın ve İspanyolların Amerika kıtasında nasıl kötü bir şekilde tanıtıldığından bahsetmekte ve kutsal dinin de zarar gördüğünü ifade etmektedir.
İspanyol denizciler söz konusu kıtaya ilk adım attıklarında bir çok yerde ilgiyle karşılanmış, Kızılderililer tarafından kendilerine şölenler düzenlenmiş ve Kızılderililer altınlarının bir bölümünü cömertçe İspanyollarla paylaşmışlardır. Farklı bir kıtadan gelen misafirlerini özel kişiler olarak görmüşlerdir. Bu davranışları aynı zamanda genel anlamda bir Kızılderili felsefesini ve hoşgörüsünü yansıtmaktadır. De Las Casas’ın gözlemlerine göre zamanla altınların tamamını istemeye başlayan ve emirlerine uymadıkları için Kızılderilileri topluca diri diri yakmaya kadar varan katliamlara başlayan İspanyol Krallığının askerleri, önce Kızılderilileri köleleştirmiştir. Ardından kadın ve erkekleri ayırmışlar, özellikle kadınları sütten kesmek için ağır işlerde çalıştırmışlar ve yabani otlarla beslemeye başlamışlardır. Boş arazilerde binlerce Kızılderiliye ellerindeki geniş imkanlarla saldırmışlar ve herhangi bir binek hayvanları olmayan ve boş toprak arazide saklanacak yer bulamayan Kızılderililerin on binlercesi katledilmiştir.
Bunlara ek olarak De Las Casas, yerli halkın ellerinin, burunlarının ve kulaklarının kesildiğini, insanların üzerine köpeklerin saldırtıldığını, memeden kesilmemiş bebeklerle uzağa fırlatma yarışı yaptıklarını kendi gözleriyle gördüğünü ifade etmektedir. De Las Casas, Hispaniola, Porto Riko, Jamaika, Nikaragua, Küba ve Guatemala başta olmak üzere bütün Güney Amerika bölgesinde yapılan ve tahmini verdiği rakamlara göre 10 milyonlara varan Kızılderili soykırımını detaylarıyla raporlamıştır. Bu döneme ait en sağlam tarihi kaynaklardan birisi olarak kabul gören gözleme dayalı raporlardan oluşan eser, günümüzde tüm tarihçiler tarafından kabul görmektedir.
Öncelikle belirli aralıklarla yok etme politikası uygulayarak başlanan katliam zamanla binlerce kişiyi diri diri yakma eylemlerine dönüşmüş, çok nadir de olsa bazı Kızılderili gerillalar karşılık vererek direniş göstermiş ancak silah ve ulaşım imkanları olmayan Kızılderili gerillaları, halkı ve yerleşkeleri yok olmuştur. Küba’ya 1511’de İspanyolların geldiğini belirten De Las Casas, bölgenin yerli krallığının lideri olan Hatuey’in İspanyolların bölgelerine geldiği duyumunu almış olduğunu ve daha önce İspanyol askerlerinin kıyımından kaçarak yerleştiği Küba’da halkıyla bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında İspanyolların neden böyle yaptığını adamlarına soran Hatuey, adamlarından “Hayır, sadece doğuştan acımasız ve kötü olduklarını biliyoruz” cevabı alınca, yanındaki bir kasa altını göstererek “İşte onların Tanrısı” cevabını vermiştir. Bir kasa altının şerefine yerli dansı yaparak Tanrı’yı memnun ederlerse, Küba’ya gelen İspanyol askerlerinin kendilerine dokunmayacaklarına inanmışlardır.
Ardından adaya gelen askerlerden ve din görevlilerinden bahseden De Las Casas, aynen şu ifadeleri kullanmaktadır:
Kendisini savunmadığı takdir de İspanyolların, kendisinin ve adamlarının peşini bırakmayacaklarını ve sonunda öldürüleceklerini çok iyi biliyordu. Tek suçu, bu acımasız ve insafsız canavarların pençesinden kaçmaya çalışmaktı. Buna rağmen İspanyollar onun diri diri yakılmasına karar verdi. Kazığa bağlandıktan sonra orada hazır bulunan bir Francisken papazı, cellatların izin verdiği kısa süre içinde ona elinden geldiğince kraldan ve Hristiyan inancımızdan bahsetti. Şu anda duyduklarına inanması halinde Rabbine kavuşup ebediyen istirahat etmek üzere cennete gideceğini, ama inanmadığı takdirde ebediyen acı ve eziyet çekmek üzere cehenneme gideceğini söyledi. Yerli kralı Hatuey kısa bir müddet düşündü ve papaza, Hristiyanların bahsettiği cennete gidip gitmeyeceklerini sordu. İyilerin gideceği cevabını alınca fazla düşünmeye gerek görmeden cevabı yapıştırdı ve şayet durum buysa o zaman cehenneme gitmeyi tercih ettiğini, böylece bir daha o acımasız hayvanları görmeyeceğini söyledi. Bu tutum, Amerika kıtasına giden Hristiyanların davranışlarının bir sonucu olarak kralımız ve Hristiyan inancımızın nasıl tanındığının sadece bir örneğidir.
Bu açıklamaları, Hristiyanların çok kötü ve vahşice tanıtıldığını ifade ederek bir hümanist olarak katliamlara karşı sessiz kalamayacağı için raporlayan, merhametiyle ün salmış Hristiyan rahip De Las Casas, İspanya prensi II. Philip’e durumu detaylarıyla izah etmiştir. Devrin İspanya Krallığının politikasına bakacak olursak, tüm imparatorluk ve krallıklarda görülebileceği gibi 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Avrupa coğrafyasının en totaliter ve baskıcı krallıklarından biri olmuş, asimilasyon politikaları ve engizisyon mahkemeleriyle toplumları yıldırmaya yönelik bir yol izleyen krallık, İspanya’da yaşayan Yahudi ve Müslümanlar başta olmak üzere Hristiyan halka da geniş çaplı baskılar uygulamıştır. İspanya’da binlerce insanın din değiştirmek zorunda kalması, yüz binlerce insanın başka coğrafyalara göç etmesi, sayısız insanın işkence ve katliamlardan geçirilmiş olması dönemin politikası hakkında fikir vermektedir.
Kaynakça
DE LAS CASAS, Bartolome (2005). Kızılderili Katliamı. (Çev. Ömer Faruk Birpınar). İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılık.