Türkiye’de ilkokul ve lise çağında ki gençler genellikle “Arapların 1. Dünya Savaşı’nda bize ihanet ettiğini” öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. 1. Dünya Savaşında Mekke Şerifi Hüseyin’in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı’ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin’in “Araplar”ın tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Orta doğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, “Arapların ihaneti” söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor:
“Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Hicaz’da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916′da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun ‘askeri açıdan’ tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği ‘bağımsızlık vaadi’ ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin’in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani ‘asıl cephenin gerisinde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.
‘Asıl cephe’, önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi’nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin’de kurulmuştur. Filistin’de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da Türk kuvvetlerini ‘arkadan vuran’ herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul’a yani Türkiye’ye sadık kalmıştır… Arabistan Yarımadası’nın Hicaz bölümünden Akabe’ye kadar olan ‘cephe gerisi’ dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.”(1)
Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor:
“O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı’nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George’un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu’na isyan eden] Faysal’ın Arabistan’daki taraftarları, bir istisnaydı.”
Araplar’ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun’un ifadesiyle, “1. Dünya Savaşı’nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir.” (2)
Arap Milliyetçiliğinin Öncüsü Hristiyan Araplardı
Buna karşılık muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı’ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye’deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı’ya ve Hilafet’e bağlılık duygusu vardı. (3)
Bu konuda büyük bir otorite olan Prof. Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hariç, aslında en son noktaya kadar “ayrılıkçı” olmadığına dikkat çekerek şöyle demektedir:
“Görülüyor ki Arapların ‘milli’ hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı. (4)
Sultan 2.Abdülhamid’in Bilgeliği
İngiliz tarihçi Peter Mansfield’e göre, Osmanlı’da ki Arap milliyetçiliğinin sınırlı kalmasının iki nedeni vardı: “Birincisi, bu Avrupa kökenli milliyetçilik fikirlerinin bu yerlere (henüz) işlememiş olması; ikincisi de, Sultan II. Abdülhamid’in İmparatorluğun elinde kalanını bir arada tutmak için uyguladığı başarılı ve kurnazca yöntemlerdi.”(5)
Tarihçi Zekeriya Kurşun da “Abdülhamid’in saltanatı boyunca Arap milliyetçiliğinin… önceki hızını kaybettiğine” dikkat çeker ve “Abdülhamid, Arap milliyetçiliğinin harekete geçmesini geciktirmiştir” yorumunu yapar.(6)
Sultan Abdülhamid’in politikasının temeli, 19. yüzyılda hâlâ devam eden dini bağlılık ve geleneksel siyasi sadakat faktörünü canlandırarak Osmanlı devletini ve ülke bütünlüğünü kurtarmaktı. Kürtler arasında kurulan Hamidiye Alayları bu büyük siyasetin uygulamalarından biriydi. Sultan, alaylar yoluyla “Kürtlerin babası” olarak anıldığı gibi, Arapların da hamisi oldu. Abdülhamid, uyruğundaki Arapların kalbini kazanmak için Arap ülkelerindeki dinsel kuruluşlara, tarihi camilerin onarım ve süsleme işlerine önemli bir fon ayırmış… çevresindeki danışmanları arasında Arap düşünürlerine her zaman iyi davranmış, değer vermişti. Bedevi Şeyhlerinin çocuklarını eğitmek için özel okullar açmış, bu yolla onlara Osmanlılık bilinci aşılamıştı. Bu politikanın siyasi meyvelerini de almıştı. Örneğin Peter Mansfield’a göre:
“1904′te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır’ın çıkarlarını savunan Lord Cromer’in karşısında yer almıştır.” (7)
Balkan Savaşları öncesinde Osmanlı Arapları
Osmanlı Sultanları, Araplara İslam Peygamberinin kavmi olarak, onlara özel önem göstermişler, kutsal beldelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Devletin muhtelif bölgelerinde gelirleri Mekke ve Medine halkının ihtiyaçlarına tahsis edilen Haremeyn Vakıfları kurmuşlar ve bu vakıfların gelirlerini her yıl düzenli olarak Hac mevsiminde törenle Surre Alayları ile birlikte Mekke’ye göndermişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalı Devletler karşısında güç kaybetmeye başlaması, mali ve ekonomik sorunların artması, merkezin taşra güçleri karşısında zaafa düşmesine yol açmıştır. Bu süreçle birlikte bazı Arap aşiret şeyhleri bölgelerinde merkeze karşı, giderek güç oluşturmaya ve zamanla bunların bir kısmı kendi bölgelerinde özerk bir konum kazanmaya başlamışlardır. Ancak bu yapılar genellikle geleneksel Arap kabilecilik anlayışı içerisinde ortaya çıkan oluşumlar idi. (8)
Arapçılık fikriyatının temeli ise; Fransız ordularının Osmanlı eyaleti olan Mısır’ı 1798 senesinde ele geçirmesinden sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu işgal ile birlikte, Arap dünyası, Haçlı Seferlerden sonra, ilk defa Avrupalı ordularının işgaline maruz kalmışlar idi. Bu da Osmanlı Devletinin artık Arap dünyasını Haçlı istilalarına karşı koruyan Hilafet Devleti konumunu sorgular bir durum yaratmıştı.
Napolyon, Arapları yanına çekmek ve Mısır işgalini meşrulaştırmak üzere, hedeflerinin arasında Mısır ve Arap vilayetlerinde Türkler yerine, Araplardan bir Halife’nin hâkim olmasını sağlamak olduğunu ileri sürmüştür.
Napolyon’un Arapçılık fikrini teşvik etmesinden başka Osmanlı Devleti’nin siyasî, askerî ve idarî yapısında meydana gelen bazı olumsuz gelişmeler, II.Mahmut döneminde Osmanlı Devleti’nin Mora ve Arap yarımadasındaki isyanları karşısında aciz kalması ve ancak Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın yardımı ile bu isyanları bastırabilmesi ve ardından Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı 1831 senesinde zaferler elde etmesi, Araplar arasında özelikle Mısır ve Şam bölgelerinde Arap milliyetçi şuurunun güçlenmesinde etkili olmuştur.
1839’da Tanzimat ve 1856‘da Islahat Fermanlarının yayınlanması ve uygulanması, Gayr-i Müslimlere, Müslümanlar ile eşit haklar tanınması, 1854’te faizle dış borç alınması, Avrupa tarzı yeni devlet yapılanması, devlet bürokrasisinde, batı tarzı kılık kıyafetin hâkim kılınması gibi gelişmeler ve uygulamalar, bazı Arap ve Müslüman toplumları arasında Osmanlı Devleti’nin İslamî hüviyetini sorgular hale getirmiştir.
Bu süreçle birlikte Fransız ve Amerikan Misyoner okulların Suriye, Lübnan ve Filistin bölgelerinde yoğun bir faaliyet yürütmeleri ve bu okullarda İncil’in Arapça okutulmasının yanı sıra Arap kültürü, edebiyatı ve tarihi gibi konuların okutulması, bölgenin Hıristiyan nüfusu arasında Arapçılık fikriyatının yeşermesinde önemli katkılar sağlamıştır.
Islahat Fermanı’nın ilanından sonra Lübnan ve Suriye’de meydana gelen Müslim ve gayr-i Müslim kesimler arasındaki kanlı çatışmalar, Batılı güçlerin baskısı ile Cebel-i Lübnan’a özerklik tanınmasına yol açmıştır.Bu süreçle birlikte, Suriyeli Hıristiyan aydınları arasında, birlikte yaşamakta oldukları Müslüman Araplar ile Arapçılık temelinde birleşerek Osmanlı Türk idaresine karşı daha güçlü bir konum elde edecekleri düşüncesi kabul görmeye başlamış ve bu uğurda cemiyetler oluşturmaya başlamışlardır. (9)
Balkan Savaşları Sırasında Arapların Arapların Tutumu
Sömürgeci Avrupa Devletleri ve Rusya, Osmanlı mirasının paylaşım hesaplarını yapmaya başladıkları bu dönemde, İtalyanlar 1911 senesinde Libya’yı ve Ege adalarını işgal etmiş ve ardından Balkan Devletleri, 1912 senesinde Osmanlı Devleti’ne savaş açmışlardır.
Avrupalı Devletler aynı zamanda bu dönemde Osmanlı Devleti’nin elinde kalan Lübnan, Suriye, Filistin, Hicaz ve Irak Vilayetlerinde, Arap milliyetçi akımlarını desteklemeye ve Osmanlı Devleti’ne karşı tahrik edip, kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır. (10)
Balkan Savaşları öncesinde Arap Vilayetlerinde siyasî şartlar bu durumda iken, savaş başladığı zaman Arapların tutumu nasıl bir yön kazanmıştır? Osmanlı Arşiv belgeleri ve bazı kaynaklar, İttihatçılar ile olan bütün siyasî ihtilaf ve mücadelelerine rağmen, Arapların ve siyasî elitlerinin büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünden yana ve devletin yanında yer aldıklarını yansıtmıştır.
Araplar, bu tavırlarını, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali sürecinden itibaren ortaya koymuşlar ve Arap gönüllüleri Osmanlı Ordusu yanında İtalyanlara karşı savaşa katılmışlar, Mısır ve Suriye’de Arap yazarları, şair ve edebiyatçıları, halkı bu saldırı karşısında mal ve canları ile savaşa katılmaya davet etmişlerdir (11)
Necid bölgesinde, Osmanlı Devleti ile uzun süreden beri askerî ve siyasî mücadele içerisinde olan Vahhâbi hareketinin siyasî lideri Abdülaziz bin Al-Suud, 05 Ekim 1911 senesinde Osmanlı Sadaret Makamı’na gönderdiği telgrafta, İtalya saldırısını kınamakta, emrindeki Necid bölgesindeki kabileleri ile birlikte, Osmanlı Devleti’nin hizmetinde olduğunu, İslam düşmanlarına karşı verilen bu savaşta her türlü katkıyı sağlamaya hazır olduğunu bildirmiştir. (12)
Benzer bir tutumu, Yemen’de, yine Osmanlı Devleti ile uzun süre mücadele eden İmam Yahya tarafından da sergilenmiştir. İmam Yahya, göndermiş olduğu telgrafta, İslam düşmanlarının Trablusgarp’a saldırıları karşısında, kendisi ile birlikte, emrindeki yüz bin savaşçı ile beraber Allah uğruna, Osmanlı Devleti emrinde savaşa katılmaya hazır olduğunu beyan etmiştir (13)
Osmanlı Devleti’nin Libya savunması için İtalya ile girdiği savaşta, Mısır, Tunus, Şam, Suriye, Irak, Kuveyt, Katar ve Bahreyn gibi çeşitli Arap bölgelerinden yoğun para bağışları ve Arap gönüllü savaşçıları akın etmeye başlamıştır. (14)
Bu duruma istisna teşkil eden tutum ise, Asir bölgesinde kendisini Mehdi ilan eden ve Müslümanları, Osmanlı Devletine karşı başlatmış olduğu isyana katılmaya davet eden İdrisî’den gelmiştir. İdrisî bu dönemde İtalyanlar ile işbirliği içinde Osmanlı birliklerine yeni saldırılar başlatmıştır. (15)
Müslüman ve Arap dünyası, , Ekim 1912 senesinde meydana gelen Balkan Savaşlarını, 1911 senesinde Libya’ya yönelik İtalya saldırısının bir devamı olarak görmüşler, Haçlılar tarafından, İslam Hilafet Devletine karşı yapılan saldırılar olarak değerlendirmişler ve Osmanlı Devleti’ne olan bağlılıklarını, destek ve katkılarını sunmaya hazır olduklarını bildirmişlerdir.
Osmanlı Ordusundaki Arap subay ve askerlerinin savaşa katılmalarının yanısıra, Araplar, 1912-1913 yılları arasında Balkan Savaşları sırasında, Osmanlı Devleti’ne ianeyi harbiye (savaş yardımı) olarak para yardımında da bulunmuşlardır. Arap Vilayet ve Kaza merkezlerinden çekilen telgraflarda Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldıklarını bildiren Araplar, bu amaçla toplamış oldukları para bağışlarını sunmuşlardır. Bu bağışlar Basra, Beyrut, Kudüs, Necid, Cidde, Taif, Uman ve Katar gibi bölgelerden gelmiştir. Bu süreçte Arapların yapmış oldukları para bağışları, aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin başkentinde yaşanan siyasî mücadeleler, Osmanlı Arap Vilayetlerine de yansımakta idi ve bu durum bazı Arap ileri gelenleri tarafından Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu süreç itibarı ile çok sakıncalı olarak telakki edilmiştir. İşte bu bağlamda, Basra Mebusları Talip Al-Nakip, Mahmut Abdülvahit, Ahmet Naim ve Basra Belediye Başkanı öncülüğünde Basra halkı adına, Basra’nın ileri gelenlerinden 25 kişinin imzası ile 1 Şubat 1913 tarihinde, Al-Düstur gazetesine vermiş oldukları Arapça ‘Kamuoyuna Duyuru’ başlıklı ilanlarında, Osmanlı Hilafet Devleti’nin birlik ve bütünlüğünü korumak ve bu devlete olan bağlılıklarını bildirmek adına, Basralılar olarak bu tarihten sonra, devletin birlik ve bütünlüğünü tehdit eder boyuta gelen siyasî hizip ve cemiyetlere, ne İttihat ve Terakki Cemiyeti ne de Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve ne de hiçbir siyasî parti ve cemiyete üye olmayacaklarını ve taraf tutmayacaklarını, ayrıca her kim ki bu tür cemiyetlere üye olur ise, onu Basralı olarak kabul etmeyeceklerini, bağlılıklarının, dil ve mezhep ayrımı gözetmeksizin sadece Osmanlılık bağı olduğunu ve bu uğurda gerekirse Osmanlı Devleti’nin bekası için mallarını ve canlarını feda etmeye hazır olduklarını halka ve kamuoyuna duyurmuşlardır. (16)
Irak’ta, umum Irak Aşiretleri adına, Anze Aşiret Şeyhi Fahd al-Haddal ile birlikte 32 aşiret şeyhinin imzası ile, Bağdat’tan İstanbul’a Aralık 1912 tarihinde çekmiş oldukları telgrafta, Hilafet makamına bağlılıklarını beyan etmişler ve Osmanlı Devleti için her türlü katkıyı sağlamaya hazır olduklarını ve gerekirse Osmanlı Devleti’nin savunması için mal ve canlarını seve seve vermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. (17)
1) Cengiz Çandar, “Sharon’cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları”, Yeni Şafak, 5 Nisan 2002
2) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul. 1992, s. 153
3) Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 379
4) Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, s. 594
5) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 30
6) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, s. 30
7) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 29; Peter Mansfield, The British in Egypt, Londra, 1971, s. 164-165
10) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
11) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
14) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
15) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
16) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
17) Balkan Savaşlarında Osmanlı Tutumu Sinan Marufoğlu makalesi
KAYNAKÇA
Osmanlı Arşiv Belgeleri:
BOA, DH. SYS = Dahiliye – Mesail-i Siyasiyye.
İnternet:
http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/yunan/IV-3-LondraAntlasmasi.htm#_ftnref3
http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/yunan/IV-4-IkinciBalkanSavasi.htm
Kitap ve Makale:
ECER Ahmet Vehbi, Tarihte Vehhâbi Hareketi ve Etkileri, ASAM Yayınları 16, Ankara
MARUFOĞLU Sinan, Al-Irak-fi al-Vesaik al -Osmaniye, Dar al-Şuruk, Amman 2006.
History, ‘Sömürgecilik Özel Sayısı’ Sayı.4/3, Ekim, 2012.
MCCULLAGH Francis, Abdülhamit’in Düşüşü, Osmanlı’nın Son Günleri, Çeviri: Nihal
KAYALI Hasan, Jön Türkler ve Araplar 1908–1918, Çeviren: Türkan Yöney, Tarih Vakfı
KILINÇKAYA M. Derviş, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğu
SHAW Stanford J. ve KURAL Ezel, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İkinci cilt,
E Yayınları, İstanbul 1983.
ZEİNE N. Zeine, Türk-Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu, Çeviren: Emrah
Akbaş, Gelenek Yayınları 40, İstanbul 2003