Mehmet Akif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan ikinci Abdülhamid’e, (Korkak, baykuş, hayvan, merkep, zalim, mel’un, kızıl kâfir… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istediği Maalesef doğrudur. En kötüsü de bu duruma tevbe ettiğine dair yazılı net bir kaynağın olmayışıdır. 1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında diyor ki:
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402)
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)
“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421)
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s 422)
“Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.”
“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,
Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.”
Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki:
Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da, Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u övmekte, onun gibi dinde reformistemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini ilahi sese benzetmektedir.
Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını bildirmektedir. İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine (2. Abdülhamid) diyor ki:
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,
Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli? Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir. İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Akif, bu çirkin hakaretleri için tevbe etmemiştir. Abdülhamid han hazretleri tahttan indirildikten sonra da yine düşmanlığı bitmemiş, İSTİBDAT şiirini yazmıştır. Şiirinin başı şöyledir:
Mülevves = Kirli, pis demektir.
Mülevves yad = Kirli hatıra demektir.
Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif gibiler tövbe etmişler ve tövbelerini de dile getirmişlerdi. Mesela Rıza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki:
Târihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî pâdişâhına.
Süleyman Nazif de diyor ki:
Maalesef Akif’in tevbesini bildiren bir satırı yoktur. Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor:
Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,
Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah!
diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor. Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ? Herkese layık olduğunu veriyor. Bunun için, Nahl suresinin 33. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi, ilim ehli buyuruyor ki:
Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,
Herkesin çektiği kendi cezası.
Yine bir şiirinde diyor ki:
Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?
Devahi’ye musap olmak = büyük belalara uğramak demektir. Akif özetle demek istiyor ki:
” Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet? Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de. ”
Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki:
Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,
Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir.
Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları? Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti ayetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki:
Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı,
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?
Lücce = Deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Akif’in sözü ile yanmaz. Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi, evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki:
Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?
Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor. Bir de şehitleri överken yine türbelere çatarak diyor ki:
Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.
Yine bir şiirinde diyor ki:
Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için,
Ne de kabirde okumak için.
Kabirde Kur’an okunmaz mı? Tam Vehhabi zihniyeti. Kabirde okumayı fala bakmakla eş tutuyor. Akif’in mason Efgani ve mason Abduh’u öven şiirleri, onlar gibi dinde inkılap (reform) istemesi, onun da onlar gibi bir reformcu olduğunu gösteren en bariz delillerdendir. ”Asım”isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:
Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,
Der ki Tilmizine Afganlı,
Muhammed dinle,
İnkılab istiyorum hem çabucak,
Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,
Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,
O berahini de artık yetişir dinletme.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.
Berahin, burhan = Hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor. İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler. Süleymaniye kürsüsünden isimli uzun şiirinde Japonları anlatırken diyor ki:
Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,
Ulema, vahy-i ilahiyi mi bilmem bekler?
Herkes bilir ki vahy-i ilahi ancak peygamberlere gelir. Ulema, o kadar cahil mi de kendilerini peygamber zannetsin? Ulemaya böyle çirkin iftira atması, Abduhçu olmasından ileri gelmektedir. Şiirleri buna benzer hatalarla doludur. Kendi resmi için diyor ki;
Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat,
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası.
Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat,
Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası.
O kadar yanlış söz arasında bir de doğru söz söylemiş. Doğru sözüne ne denir?
Sevenlerinin dili ile Akif
Mezhepsizler kitabından alınan aşağıdaki ifadelerin tamamı mezhepsiz Süleyman C.Oğluna aittir. Bu kişi, Meyal dergisinde diyor ki:
Mehmet Akif hazretlerini sevişimin birçok sebepleri vardır. En başta Akif, Şeyh Abduh’u, Şeyh Afganî’yi çok severdi. Onlar gibi bir inkılap yapmayı arzulardı.
Akif de, Abduh gibi teselsülün butlanına da muhalifti. “O berahini de yetişir artık dinletme” derdi. Her ne kadar Ahmed Davudoğlu Hoca ve diğer mukallitler bu ifadeyi küfür saymışlarsa da Selefiyye yolundakiler daima takdir etmişlerdir. Akif, âlem-i İslam’a Cemaleddinler salarak bir Âsım nesli meydana getirmek istiyordu. Bunu Meyal dergisinin başaracağını sanıyorum. Sonra Akif’in cesaretini hiç kimse inkâr edemez. Ne diyor büyük(!) şair:
Şimdiye kadar böyle cesur şair çıkmamıştır. Kâfirleri yakacağın yerde bizleri yaktın, bu adalete uygun mudur, yok musun adl-i ilâhi? gibi sözlerle Akif çok büyümüştür. Bu büyük sözlere mukallitler karşı çıkarak diyorlar ki:
“Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olmaz. Nur isteyene yangın gönderiyorsa demek ki hak etmişler ki yangın gönderiyor. Kâfirleri, melunları yakmayıp da Abdulhamid Han’ın düşmanlarını yakmışsa bunun da bir hikmeti vardır. Yok musun adl-i ilâhi diye Cenâb-ı Hakka dil uzatmak Akif’ten başka kimseye nasip olmamıştır. Her şey adl-i ilâhinin içinde cereyan etmektedir. Bazı gözler bunu görmüyorsa adl-i ilâhiye hücum etmek mi gerekir? Var olan adl-i ilâhiye yok musun denir mi?”
İşte mukallitler Akif gibi büyük bir zatı böyle tenkit ettiler. Hele Ahmed Davudoğlu hoca bu hususta kitap bile yazdı. Abduh’u ve onun yolunda olan Akif’i seven herkes Davudoğlu’na düşman olmalıdır. Akif, müctehidler müctehididir. Akif için fukahanın sözü ve kıyası mühim değildir. İcma da mühim değildir. Hattâ hadîs bile. Akif için tek kaynak vardı: Kur’an. Akif’in ilham aldığı tek yer Kur’ândı. Onun için Akif, mukallitleri kızdıran şu mısraları söylüyordu:
Akif her ne kadar İslâm âlimlerinden nakli esas almamışsa da tek ilham aldığı yer Kur’an olduğunu bildirmişse de onun da bu yolda üstatları vardı. Bunu şöyle anlatıyordu:
“İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi…” (Not: Buraya kadar olan ifadelerin tamamı reformcu Süleyman C. Oğlu’na aittir.)
Zırva tevil götürmez
Biz cımbızla değil, kopyalayarak alıyoruz. Sadece kelimesini biz niye ekleyeceğiz ki? Ekleme çıkarmalar manayı değiştirir. Sizin dediğiniz gibi sadece kelimesini eklersek, (Sadece fala bakmak için inmemiştir) olur ki bu da, (Kur’an fala bakmak için de inmiştir) demek olur. Görüldüğü gibi tevil edilirse daha kötü oluyor. Onun için atalarımız, (Zırva tevil götürmez)demişlerdir. O kadar yanlışın hangi biri tevil edilir ki? Ulu Hakan’a melun, kızıl kâfir demesini mi tevil edeceğiz? Yoksa (Abduh gibi reform) istiyorum sözünü mü? Hâşâ Allah’tan hesap soran (Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?) sözü mü tevil edilecek?
Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza Doğrul
Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul’un mason olması da ilginç diğer bir kısımdır. Bu kadar dini hassasiyete sahip birisinin böyle bir damadı olması da ayrı bir garabettir. Zira Doğrul’un yazı yazdığı dergide Muhammed İkbal, Musa Carullah gibi başka mezhepsiz, İslam’da reform isteyen sapkınlar da vardı. Akif’in damadının burada yazması da hiç tesadüf değildir.
Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul o kadar arsız biridir ki rakı masasında Kur’an tefsir etmiş birisidir. Cesur ve arsızca Kur’an tercümesine, Atatürk’e yaranmak için yazdığı yazılara Cumhuriyet’i övmesine rağmen İstiklal Mahkemeleri’nden o da payına düşeni almıştır. Özetle Akif, dini hassasiyeti olan, gerçek ve doğru şekilde inananların sevip saygı duyacağı birisi değildir. Ama İstiklal Marşı’nı, Akif’in şahsiyeti ve düşüncelerinden ayrı tutularak değerlendirdiğimizi hatırlatmak isteriz.
Yazıda geçen Muhammed Abduh kimdir? Öğrenmek için; tıklayın
Faydalanılan kaynaklar;